18 Eylül 2015 Cuma

Hafız Sabri Aksoy

MUĞLA HALK TÜRKÜLERİ VE TÜRK HALK MÜZİĞİNE EMEK VERENLERİN “EN BAŞINDA” ONUN ADI GELİR: 
“HAFIZ SABRİ AKSOY..." 

İnsanlar vardır. Kazandıkları zaferlerle ''tarih'' yazarlar.
Yine insanlar vardır. ''Tarih, onları yazar, kaydeder.''
"İlk''leri de tarihe geçmiştir sonuçta, ikincileri de. Aradaki bütün fark ''ilk''lerin ''kazandıktan ve tabi ki, kazandırdıktan' sonra orada olmaları. İkincisi de, ''kazandıklarından'' ötürü.

Kazandıklarıyla ''Genç Cumhuriyet Türkiye''sini, hep bir adım daha ileri taşımışlar. Hep bir adım daha ileri götürmüşler.

İşte, bu büyük insanlardan bazıları, ''Muğla''dan çıkmış...
Bazıları ise, hep ''Muğla''da sürdürmüşler yaşamlarını bir ''ömür'' boyu...

Muğla'dan ışık olmuşlar, ''Genç Cumhuriyet Türkiye''sine, onlar ''Muğla''nın ''öz evlatları.'' Bu büyük Muğlalılardan, hemen aklıma geliveren isim: ''Zihni Derin"

O, Zihni Derin ki, Büyük Atatürk'ün yakınında yer alan ender insanlardan, ender Muğlalılardan...

Ziraat vekaletinin (bugünkü adıyla Tarım Bakanlığı) bünyesinde görevli bir ziraat mühendisi. Çay tarımını, Türkiye'ye ilk getiren. Çay fidelerini, kendi elleriyle ilk kez Rize'de, Rize toprağına diken insan. Büyük bir heyecanla, onların yeni yerlerini benimsemelerini gözleyen, belki de tek insan. Yakın bir dostu aracılığıyla, yurt dışından getirdiği çay fidelerinin ''Türkiye toprağında" uç vermelerini, onların ''serpilip gelişmeleri karşısında'' en büyük mutluluğu ve sevinci duymuş belki de tek insan...

Zihni Derin adını bugün, önce tüm Muğla sonra tüm Rize ve tüm Türkiye tanıyor. 

Ve, bugünkü yazımın konusu olan, o ''büyük insanı'', o ''büyük Muğlalı''yı, ''Hafız Sabri Aksoy''u. Ya onu? Eminim ki, sadece sınırlı ve az sayıda insan...

Bazılarınızın, adını belki ilk kez okuyacakları bu insan. Hafız Sabri Aksoy, öylesine çok yönlü bir şahsiyet ki. Geçmiş yıllarda ''Muğla Türküleri''ni konu atan yazılarımın birçoğunda, yeri geldikçe, ondan hep söz etmiştim.

Sizlere, onu tanıtmaya başlamadan önce, daha en başta, onun için ilk söyleyeceklerim, öylesine önemli ki. İşte Hafız Sabri Aksoyla ilgili "en önemli'' söyleyeceklerim: 

''Eğer, o yapmasaydı'',  onların, yani ''Muğla Türkülerinin'' en ''eskileri'' çoktan yok olup gitmiş olacaklardı.

''Eğer, o olmasaydı'' o Muğla'da yaşıyor olmasaydı, o türkülerin "hiç birisini'' hiç kimse bugünlere taşıyamazdı.

''Taşıyamayacaktı''. Çünkü; o dönemin Muğlasında, başka hiçbir kimse, onun gibi “donanımlı” değildi. Onun gibi birisi, Muğla’da ne bulunuyor, ne de yaşıyordu. 

Kültürümüzün içinde önemli bir yeri olan Halk Müziği ve Türkülerimiz, nasıl ortaya çıkarılır? Bir başka yöreye ait türkü, o yöreye yabancı diğer yörelere nasıl ulaştırılır? Bu nasıl yapılır? Bunun nasıl yapıldığının, basit bir açıklamasını yapmakta sanırım yarar var.
Kültürümüzün konuşur, ya da yazarken bizlerin, zaman zaman kullandığımız bir terim vardır. ''Folklor Araştırmaları'' diye. Bu ana başlığın hemen altında bir ''başlık" daha vardır ki, biz ona ''Türkü Derleyiciliği'' ve ''notaya alma'' adı veririz. Sanırım, bu ifadeleri pek çok okuyucumuz, daha
önceleri de okumuş ve duymuş olmalıdır.

''Türkü Derleme''si emek ister, özveri ister, bilinen bazı meşakkatlerine katlanmak gerekir. Son derece önemli bir kültür hizmetidir. ''Notaya alma'' ise derlemenin ikinci ve en önemli ayağıdır. ''Notaya alma'' da tıpkı ''Türkü derleme''deki gibi, emek ve özveri gerektirir. Bir de çok önemli bir hususu: ''donanımlı'' olmayı gerektirir.

''Donanımlı'' olmakla kastettiğimiz ise, belli düzeyde ''müzik bilgisi''ne sahip olmaktır. Hangi müzik bilgisi sorusu burada önemlidir. Onun da, bir tek yanıtı vardır:

 ''Türk Musiki Nazariyatı Bilgisi''

Yeri gelmişken, hemen burada belirtmekte, büyük yarar var. ''Türk Musikisi Nazariyatı Bilgisi'' edinmemiş kimselerin, ''Türkü Derleme ve Notaya almaları'' doğru değildir. Büyük yanlışlar yapılabilir.

Hafız Sabri Aksoy'un ne büyük bir ''yurtsever'' ve ne büyük bir ''Muğlalı'' olduğunu ifade etmeye sadece, aşağıda yazacağım birkaç cümle yeter da artar bile...

''Türk Halk Müziği repertuvarında, daha bir tek halk türküsü bile yokken, Anadolu'dan yani kaynağından, ilk türküleri derleyenlerin en başında iki, üç isimden birisi de Hafız Sabri Aksoy'dur. Onun derlediği ve notaya aldığı, Muğla Türküleridir..."

Bu “hakikat” tarihi belgelerle de sabittir..

HAFIZ SABRİ AKSOY'UN “ÇOK YÖNLÜ” KİŞİLİĞİ:
Hafız Sabri Aksoy'un çok yönlü kişiliğini oluşturan, bütün özelliklerini alt alta sıraladığımızda, 
Onun:
Aynı zamanda, bir
“Yurtsever”
“Rehber;”
"Devrimci"
“İlerici”
Toplumcu”
“Eğitimci”
“Aydın"
“Gazeteci”
“öncü”
“Folklor Araştırmacısı"
"Müzisyen"
“Derleyici" olan çok yönlü kişilik özelliklerine sahip olduğunu görürüz.

Çoktan çökmüş ve bitmiş bir imparatorluğun içinde bulunduğu bunalımlı günlerin, onu nerelere götüreceğini çok iyi bilen, üç beş ''aydın'' insandan birisi de, odur “Muğla”da. Ve bu durumu,
derinden duyduğu hüzünle, içine sindiremeyen, bu imparatorluğun elinde kalan en son yurt parçası
“Anadolu” nun da kaybedilmemesi onun “ne yapıp edip" düşman işgalinden kurtarılması gerektiğini, en iyi bilenlerden biridir "Hafız Sabri Aksoy”... İşte, o yüzdendir ki, onu Kurtuluş Savaşının hemen öncesinde. Milli Mücadelenin “taa en başında”, Muğla’da ki üç beş “öncü" insanın arasında hatta, en başında görüyoruz. 

“Muğla Serdengeçtileri ”nin kurucularından birisi de Hafız Sabri'dir. Başından sonuna, Hafız Sabri Aksoy’un Belediye Başkanı ''Zorbazade Ragıp Bey''le birlikte, ''Mustafa Kemal Hareketinin''
yanında yer aldığım görürüz. O, bu hareketin bir de sözcülüğünü yapmak üzere Muğla'da, ''Menteşe
Gazetesi''ni çıkarır. O, bu kez de ''gazeteci'' kimliği ile, yine ön sıralardadır. Hafız Sabri, bütün bu
katkılarının yeterli olmadığını düşündüğü için olmalıdır ki “Muğla Kuvay-ı Milliyesinin”, bütün harcamalarını; Belediye başkanı Ragıp Bey'le “birlikte karşılarlar”.. 

Bu ön bilgileri verdikten sonra, Hafız Sabri Aksoy'un “biyografisini" yazıp şimdi onu, daha yakından tanıyabiliriz.

“HAFIZ SABRİ AKSOY KİMDİR?"

Muğla'nın ilk belediye başkanı, Hacı Kadı Süleyman Efendi oğlu Ömer Efendi'nin, ikinci oğludur Hafız Sabri. Ağabeyi daha sonraları, “Mehmet Ağa” olarak tanınacak olan, Mehmet Aksoy'dur. Küçük kardeşleri “Süleyman Aksoy", “Melek Soyman" ve “Semiha Gölcüklü''dür.

Hafız Sabri Aksoy, 1885'te Muğla’da dünyaya geldi, özel eğitim gördü. Yusuf Ziya Efendi'den, Arapça ve Farsça okudu. Bir başka öğretmenden 6 ayda Fransızcayı öğrendi. Muğla Rüştiyesinde “Fransızca” ve “müzik öğretmenliği” yaptı. Muğla Sandık Eminliğinde bulundu. “İttihat ve Terakki Fırkasının" ve “Muğla Kuvay-ı Milliyesi”nin “öncü” kurucuları arasında yer aldı.

“MÜZİSYEN KİŞİLİĞİ"

Hafız Sabri Aksoy'a “müzik sevgisi" annesi Hacı Ali Efendi kızı Habibe'den geçti. Eski vali konağı,
dedesi Hacı Kadı'nın, General Mustafa Muğlalı Caddesindeki eviyle (günümüzde, Muğla Valilerinden, sayın Hüseyin Aksoy tarafından, 2004 yılında Muğla İl özel İdare bünyesinde faaliyet
gösteren “MELSA” ya satın aldırılıp, 2005 yılında restore edilen ve Muğla Kültür Dünyasına kazandırılan) “Hacı Kadı Evi” yan yanaydı. Padişah Abdülhamit'in, Muğla'ya sürgüne gönderdiği, Mutasarrıf Celal Paşa'nın eşi, Çerkez olduğundan evlerinde sık sık keman ve kanun çalınırdı...

Geninde derin bir "musiki sevgisi" yatan ve Türk Musikisine gönülden “yakınlığı" ve "yatkınlığı" olan Hafız Sabri, çok geçmeden komşuluklarının da sağladığı imkanla, Mutasarrıf Celal Paşa'nın hem eşinden hem oğlundan, "Türk Musikisi Nazariyatını" öğrenir. Bu eğitimle birlikte bir de aynı hocalardan hem keman çalmasını, hem de kanun çalmasını öğrenir. Hafız Sabriye gelinceye değin, Muğla'da daha hiç kimse, ne “keman" ne de "kanun"u bilmezler ve hiç çalmamışlardır.

Diğer taraftan, yine Hafız Sabri Aksoya gelinceye değin Muğla'da ne “nota" bilen vardır.

Ne de ''Türk Müziği Nazariyatı Bilgisini'' edinmiş olan...

Mutasarrıf Celal Paşa ve ailesi, Muğla'dan ayrılıp giderlerken çok sevdikleri ve yetenekli öğrencileri Hafız Sabriye, müzik aletlerinden birini, “kanun"u hediye eder ve Muğla'dan öyle ayrılırlar.

MUĞLA TÜRKÜLERİNİN İLK KEZ DERLENMESİ VE NOTAYA ALINMALARI

Muğla'da, ''Türk Musikisi Nazariyatı” ve dolayısıyla "nota" bilen ve bu bilgileri, ''sağlam'' kaynaklardan "saraylı" birinden yani Mutasarrıf Celal Paşa'nın Çerkez eşi ve oğlundan öğrenmiş olan Hafız Sabri Aksoy, sonradan kazandığı bu becerisini; gönlündeki derin musiki aşkı ile birleştirerek 1922'lerde, Muğla türkülerinin kaybolmalarının ortadan yok olup gitmelerinin önüne geçmek için derlemede ve onları notaya almada kullanılır. Bu suretle önemli sayıda Muğla Türküsünü derler ve notaya alır. O, bütün bunlara başladığında tüm yurtta Halk Türkülerini “derteme" ve “nota"ya almaya başlamış, ya bir, ya da iki kişi, ya vardır, ya yoktur-

HAFIZ SABRİ AKSOY'UN ''ÖNCÜ, İLERİCİ VE TOPLUMCU KİŞİLİĞİ" 

Hafız Sabri Aksoy'un Türk Musikisi Nazariyatını öğrendiği, bununla da yetinmeyip keman ve kanun çalmasını da öğrendiği o yıllarda, bu gibi “çalgılar” ve onları “çalanlar” (onanırdı Muğla da. Ayrıca, Arapça ve Farsça varken, Fransızca gibi, batı dillerini öğrenenlere de bir başka türlü bakılır, böyle davrananlar sürekli yerilirdi.

işte, böylesf bir dönemde, Muğla'da tek bir “ömek“tfr Hafız Sabri Aksoy. Ondan başka, ikinci bir örnek bulunmamaktadır.

“ilerici" ve “toplumcu" kişilik özellikleri, onu Muğla’da bir başka yöne daha yönlendirir. "Neden, kanun, keman veya ud çalan insan kınansın?” Bu "anlayışın muhakkak değiştirilmesi gerektiğini çoktan beri düşünmektedir. Bu konuda görevin yine kendisine düştüğüne İyiden iyiye inanmış olduğu için, hemen harekete geçen Hafız Sabri bizzat kendisi öncülük ederek, Muğla da, keman ve kanun dahil, ud vb. öteki müzik aletlerinin de yaygınlaşmasını sağlar. Öyle ki, o dönemin Muğfcasından, öyle ileri zamanlara gelinir ki, bir mahalleye girildiğinde, eğer bir sokağın içindeki evlerden birinden bile musiki nağmeleri kulağa gelmez ise, öteki sokağa girildiğinde, sadece birinden değil, birkaç evden birden musiki nağmeleri, yani “çalgı sesleri"

(ud, keman, kanun vb.) gelmeye başlar-

Leman ve Suzan adlarında iki kızı olur Hafız Sabri Akso/un. Leman adlı kızından, Oktay adında bir de torunu olur. Ancak, hem kızlan Leman ve Suzan, hem de torununu Oktay, başka efrad bırakmadan ölürter-

MHU Mücadelenin, taaen başından sonuna. Cumhuriyetin kuruluşuna dek, Mustafa Kemal Hareketinin daima yanında yer alan “Hafız Sabri Aksoy”un, Cumhuriyet döneminde de, yaşadığı sürece onun partisi "CHP” içinde yer aldığım görüyoruz. Bir dönem, CHP Muğla teşkilatında da yöneticilik yapan Hafız Sabrfnin,yine bir dönem, Muğla Beiedtyeslnde “Belediye Medlsi üyesi" olarak da görev aldığını görürüz.

Muğla'nın yetiştirdiği bu büyük insanı dünyadan, ebediyete göçüşü ise, Muğla'da 28 Ekim 1935-tedir.

“HAFIZ SABRİ AKSOrüN DERLEDİĞİ İLK MUĞLA TÜRKÜLERİNİN, DARÜLELHANIN (KONSERVATUAR) ÇIKARDIĞI DERGİDE BASILMALAR) VE BU KONUDAKİ ÖNEMLİ BİLGİLER:"

Hafız Sabri Akso/un (1920)11 yıllann başlarında “derlediği” ve kendisinin "notaya aldığı" ilk Muğla Türküleri, Musiki tarihimiz bakımından ele alındığında, hem Muğla Türkülerinin “ilk” ve “en eskileri" hem de, Türk Halk müziği repertuanna kayıt edilen (daha doğrusu derlenen ve notaya alınan) "ilk" Halk Türküleri olmaları bakımından, son derece önemlidirler-

Darütelhan (konservatuann o yıllardaki adı) kurulduktan sonra ve Anadolu'daki bütün Halk Türkülerinin derlenmeleri ve notaya alınmalan gündeme geldiğinde. Bunun İçin, yurt genelinde bulunan, “Tikk Ocak”lan alda gelir ve onlardan yardım istemek düşünülür. Bunun için bir karar alınır ve bütün Türk ocaklarına yazılar yazılır. Nitekim, bunun aynen böyle yapıldığını elimizde örneği olan, Hafız Sabri Akso/un derlediği Itk Muğla Türkülerinin de basılıp yayınlandığı, "CHANSONS POPULAR! ES TURQUE Türk Halk Türküteri’sayı 2” içindeki “Rauf Yekta Bey”fn, Arz-ı Şükran yani “ÖNSÖZDÜ içinde görebiliyoruz. Aynı sahifelerde, Hafız Safarinin kaleme aldığı "mukaddime" (yani “SUNUŞ" yazısı) de yer almaktadır.

Bu sunuş yazısı dikkatle incelendiğinde orada Hafız Sabri Akso/un konservatuara ve dolayısıyla, yöneticilere duyduğu btr kırılganlığı da dile getirdiğini görüyoruz. Bu ifadenin geçtiği cümle “Anadolu Halk Türkülerinin yer aldığı 1. sayıda Muğla Türkülerine rastlayamadığım" cümlesidir.

Bu cümlenin ifade ettiğianlam, bizde (2) ayn önemli aynntıyı çağrıştı rmtştır Bunlardan İlki, Hafız Sabrl Akso/un “derleme" ve “notaya alma” çalışmalarım çok daha önceden yapıp tamamladığı ve “Darülethan’a, İlk türküleri gönderenin “Muğla lir ve dolayısıyla kendisinin olması gerektiğini düşünüyor olduğudur. Bu yüzden, Hafız Sabri Aksoy, Muğla Türkülerinin “CHANSONS POPUURİES TURQJJE”nin daha birinci sayısında, yayınlanacağının “beklentisi” İçindeydi. Bundan emin görünüyordu.

İkinci ayrıntı da. Hafız Sabri'nin Muğla Türkülerinin birinci sayısında yayınlanmadığını görünce, konservatuara bir mektup yazmış olabileceği ve bunun içinde de yukandaki cümlesini: “—Anadolu Halk Türkülerinin yer aldığı birinci sayıda, Muğla Türkülerine rasUtyamadığım-” 1 kullanmış olabileceği şeklindedir. Daha sonra notalar basıma hazırlandığında da

1950 yılında Muğla 'da doğdu, ilk. orta. lise tahsilini Muğla'da tamamladı. 1968 yılında İstanbul Yıldız Teknik üniversitesinin sınavınt kazandı. 1973 yılında Makine Mühendisi olarak mezun oldu. Mezuniyetine 1 yıl kala TRT İstanbul Radyo ve Televizyonu ’nun tonmrmf tambur sanatçısı olan Fahrettin Çimenslz'ln de hocası otan Talat Bey den Türk Musikisi Nazariyet dersleri aldı, ilk beste çalışmalarını İstanbul'da başlayan Türköz mezuniyetinin ardından Dalaman Seka Tesislerine Bakım Mühendisi olarak atandı.

1974 te Fatma Türköz'le evlendi.

Askerliğini 1975 yılında İzmir Bornova 54.ncü Tugayında kısa dönem olarak yaptı.

Askerden sonra Dalamon'daki görevine döndü. Hafiz Sabri Aksoy'un 1920'li yıllarda derleyip notaya aldığı çoğu unutulmaz, en eski "Muğla Türkültri"dtn 10 tanesini gün ışığına çıkartarak 2001 yılı yazında bir akşam Karabağlar, Keyfoturağı Kahvesi nde Muğla Lions Kulübü üyelerine tanıttı. Ünal Türköz 4 adedinin TRT Türk Halk Müziği reportuanna alınmasını sağladı. 1969 yılında emeldi olan Türköz yine “TRT Türk Sanat Müziği Repartuan”na alman ilk şarkısı “Madem kİ vakit akşam " adlı eserini kürdüri hkazkar makamında ve 1992 yılında besteledi. Ünal Türköz 2 erkek çocuk babasıdır.

17 Eylül 2015 Perşembe

Tayyar Çakır

Tayyar Çakır, Muğla eşrafından terzi Şükrü Çakır'ın oğludur. Eski CHP Muğla Milletvekillerinden ağabeyi Çakırla amca çocuğudur yani kuzendir. Muğla Merkez Emirbeyazıt Mahallesi, nüfusuna kayıtlıdır. 19. asır 2. yarısındaki dönemindeki Muğla Jandarma Kumandanlığı yapan Manastır eşrafından Yüzbaşı Hayrullah Efendi emekli olduktan sonra Sistalı Hacı Ali Ağanın damadı olup, ölümüne kadar Ula Karabörtlen'de yaşamış ve bilenlerin nakline göre 100 yıl evvel ölmüştür. Karabörtlen'deki caminin avlusunda mefdundur.

Merhum Tayyar Çakır gençlik yıllarından itibaren yaşadığı İzmir'de partinin (CHP) delegeliğini yapmış, 16 Kasım 1986 yılında vefat etmiştir.

Kendisi İzmir'de Yunan işgalini yaşamış ve günün şartlarına göre deniz yoluyla İzmir'den Muğla sahillerine ailesiyle birlikte gelip tekrar İzmir’in kurtuluşuyla birlikte İzmir'e dönmüştür. İsmet İnönü ile çekilen resimlerde diğer kişiler o tarihteki İzmir İl Başkanı ve parti yöneticileridir.

Bu bilgiler ve resimler merhumun kızı tarafından Belediyemize verilmiştir, teşekkür ederiz.





Bir Zamanlar Muğla



28 Kiremitten Oluşan Bir Sembol: Bacalarımız

Kentler ''yabancı'' için daima yeni ve farklı bir dünyaya açılan bir kapı olarak algılanmıştır. Bu kapıdan atılan her adım yabancının merakına, şaşkınlığına ve heyecanına cevap verebilecek özgün ve farklı ayrıntıların zeminini kurcalamaktadır.

Kentlerin gelenek içinde günümüze taşıdığı ayrıntılar (mahalle, sokak, ev vb.) bu coğrafyada kalıcılığın gerçek kanıtlarıdır. Kent mimarisinin temel unsurlarının başında evler gelir. Evler belirli anlayışlar çevresinde mahalleleri oluşturur. Evden mahalleye ve semte yönelen bu sürecin tüm aşamalarında aile değerleri etkili olmuştur. Avlu ve bahçe ailenin günlük işlerini rahat yapmasını sağlamak üzere dış dünyadan ayrılmış olarak yüksek ve kalın duvarlarla çevrilmiştir. Evlerinde 'hayat' adı verilen yine dış dünyayı tümüyle avluda düşünen bir mekân bulunur. İki katlı evlerin ilk giriş katları bahçe duvarının devamı olup penceresiz yapılmıştır ve avluya kuzulu kapıdan girilir. Kaim bahçe duvarıyla çevrili olan evlerin alt katında samanlık, ahır, odunluk, kiler, ambar, mutfak, kış odası; üst katta ise ana oda, iç oda, dış oda ve yaz odası bulunur. Böyle bir doku geleneksel Türk kentlerinin hemen tümüne hâkim olan ve özünde dayanışma ve komşuluğun yer aldığı bir toplumsal değer üzerinde şekillenmiştir.

Halka gelince... Bir kentin gelenekten güç alacak düzeyde olması kent sakinlerinin yaratıcı yetenekleriyle o kente ait olmanın getirdiği duygu ve bilincine bağlıdır.

Muğla sokaklarında gezerken çoğunlukla 3 temel öğenin olduğunu fark edersiniz. Bunlar; kuzulu kapı, mahremiyet kültürü olan avlu duvarı ve yerel halkımızın tasarımı olan bacalarımızdır. Bacalarımız, geleneksel dokuyu oluşturan eski evlerimizde tüten ocağımızın kullanılabilirliğidir. Muğla'ya has olan mimari özelliği ile dünyanın ilgisini yıllar önce çekmeyi başarmıştır.

1981 yılında Muğla valisi Kemal Nehrozoğlu'nun teşviki ile Kültür Müdürlüğü tarafından organize edilen 'Muğla Amblemi' yarışmasında, birbirinden değerli 21 eser katılarak, jüri 2 yarışmacının ürününü birinciliğe uygun görmüştür. Kazananlar; İl İmar Müdür yardımcısı Mimar İsmet Ünal Türk er ve Turgutreis lisesi coğrafya öğretmeni Kamuran Özen'di. Bu iki eserde de ortak yan, Muğla'yı tipik Muğla Bacası ile sembolize etmeleri, başka motif kullanmamış olmalarıydı. İsmet Ünal Türker'in çalışması grafiğe uygun, Kamuran Özen'in çalışması ise resim niteliğindeydi. Yarışmada aynca Ali Haydar Güleryüz (Bodrum Yalıkavak Ortaokul Resim öğretmeni) ikinciliğe ve Mimar İlteriş Tezer eseri de üçüncülüğe, sağlık meslek lisesi 4.sınıf öğrencisi Zarafet Öztop ise mansiyon ödülüne layık görülmüştür. 

Böylece Muğla Bacası, sadece mimari anlamda değil, grafik anlamda da ölümsüzleşmiş oldu. O yıllarda bütün Türkiye, Muğla'yı tipik bacasıyla tanımıştır. İzmir'in saat kulesi, Erzurum'un çifte minaresi, Konya'nın Mevlana Türbesi, Edirne'yi Selimiye Camisi gibi Muğla'dan başka hiçbir yörede görülmeyen bacaları ile tanınmıştır. Muğla bacasını 'sembol' yapan giz, onun sadece ‘başka hiçbir yörede görülemez' bir nitelik taşımış olmasından kaynaklanmamaktadır. Bu baca tipi, aynı zamanda, genel olarak sanatta, özel olarak da mimarlık sanatında halk yaratıcılığının üstün yanını gösteren son derece başarılı bir semboldür. Muğla bacası, 1983 yılında ilin simgesi haline gelmiştir.

Muğla halkı, bu baca tipini sadece göze hoş görünsün diye yapmamıştır. İşin kökeni, bu baca tipinin Muğla ikliminde en iyi iş gören (dumanı çeken) ve yapımı en ucuz (100 yöresel malzeme ile) baca olmasından kaynaklanmaktadır.

Muğla ili, en çok yağış alan yerlerden biri olduğundan baca yapımda, halkı, üzeri kapalı içine yağmur girmeyecek baca yapımına yönlendirmiştir.
Malzeme, yörenin geleneksel çatı örtüsü malzemesi olan oluklu (alaturka) kiremittir. Baca üzerine kiremitle kurulan köprü her yönden esebilecek rüzgâra karşı açık alacak şekilde 4 tarafı açık tasarlanmıştır. Bir Muğla bacası toplam 28 kiremitten oluşmaktadır ve gelenekseldir. Bacanın yapım tekniği dış görüntüsüne nazaran daha basittir. Kare yüzey üzerine kurutan baca şu şekilde yapılır:

• Kare yüzeyin her kenarında ikişer alaturka kiremit.oluk yerleri sırt sırta gelecek şekilde, sırt sırta konarak çatkı yapılır. Çatkının sağlamlığım sağlayabilmek için mala ucu ile çatkı yapan kiremit ucunun, birbirine geçmesini sağlayacak şekilde çentik açılır. İlk aşamada sekiz kiremit kullanılmış olur.

• Tabana dizilen çatkılar üzerine ikişer kiremit, oluk yerleri alta gelecek şekilde dış tarafa konur, ikinci durumda da iklşerden dörtkenara, sekiz kiremit konmuş olur. Böylece her kenarda üçgen çatkılar oluşturulmuş olur.

• Karşılıklı olan üçgenlerin tepe noktalan üzerine bir bütün kiremit konularak köprü yapılır. Diğer karşılıklı duran iki üçgen de, bu köprüye çeyrek kiremitlerle bağlanarak bir haç oluştururlar. Üçüncü durumda bir bütün iki çeyrek kiremit kullanıldığı için toplam üç kiremit daha kullanılmış olur.

• Komşu kenarlardaki üçgenler arasında oluşan boşluğu doldurmak İçin kiremit parçalan ve harç kullanılır. Dördüncü durumda, bir boşluğa yaklaşık bir kiremit parçalan kapatırsa, dört kenarda toplam dört kiremit kullanılmış olur.

• Tepede oluşan haçIn kollan uzantısında, birer kiremit oluk yerleri alta gelecek şekilde, haçın kollanndan 10 cm. çıkıntı yaparak yerleştirilir. Beşinci durumda dört üçgen tepesine dört kiremit kullanılmış olur.

• Kolları uzatılmış haçın merkezinde açıklık katmıştır. Bu açıldığı, bir tam kiremit bir kola paralel gelecek şekilde ortalanıp konulur. Böylece 28 kiremit kullanımıyla baca tamamlanmış olur. 

1981 yılında Muğla amblemi yarışması ile Muğla'nın simgesi olan bacalarımız, Muğla Valiliği ve Muğla belediyesi logolarında da yer almaktadır. Muğla Valiliği ambleminde bacanın yanı sıra deniz, güneş ve zeytin dalı; Muğla belediyesi ambleminde de baca ve çam ağaçlan bulunmaktadır. Muğla Belediyesinin amblemi, 02.09. 2008 yılında belediye meclisinin 132 sayılı karan ile tescillenmiştir.

Muğla bacası, bugüne kadar başarıyla işlevini yerini getirerek Muğla evine ayn bir özellik getirmiştir ve halen kentsel sit alanında kullanılmaya devam etmektedir.

Yazımda bana desteğini esirgemeyen Sayın Seiahattin Sapmaz'a teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

Baca bir evin simgesidir. Toplumumuzda "bacası tütmek" bir ailenin varlığının, birliğinin "ocağı sönmek" de ailenin yok oluşunun, yıkılışının, başına bir dert gelmesinin kısa anlatımıdır. Evlerimizdeki ocaklarımızın hep bacalarının tütmesi dileğiyle.

•Muğla evi, Yüksek Mimar Ertuğrul Aladağ
•Devrim Gazetesi, 09.10.l981 tarihli sayısı
•Yaşayan Muğla, Mimar Oktay Ekinci

Mimar, Yeliz Durmaz
Muğla Kent Kültürü Dergisi
Sayı:9 Yıl:7
Nisan 2011

16 Eylül 2015 Çarşamba

Yayla Kavramı ve Muğla Karabağlar Yaylası

Kültür bir ülke veya bölge insanının tarihi, gelenekleri, görenekleri, inanışları, üretim ve tüketim biçimi, davranış ve algılayışıyla, bir arada yaşama ve paylaşma arzusuyla doğrudan ilgilidir. Muğla insanın yüzyıllar boyu meydana getirdiği veya taşıdığı değerler, onun karakteristik özelliklerinden biri olarak görülmektedir. Yapılan tespitlerde Muğla'nın taşıdığı kültürel birikim ve toplumsal yapısıyla Türkiye'nin önde gelen illerinden olduğu anlaşılmaktadır. Muğla bölgesindeki deniz, tarım ve kent kültürüne dayalı kültürel sistem, bir yanıyla değişme ve gelişmeye açık bir toplumsal yapının oluşumuna etki ederken, diğer yandan, değişimle birlikte gelen hızlı ve çarpık yozlaşmaya karşı, kendi kültürel varlığını sürdürme/muhafaza etme düşüncesinin doğmasını da zemin hazırlamaktadır. 
Bu üçlü sistemin varlığı Muğla'yı ve Muğla insanını kültürel yönden de ayrıcalıklı, farklı ve dinamik kılmaktadır. 

Muğla insanının sabırlı, hoşgörülü, haktan yana tavır alışının toplumsal sebepleri ve bunların belirtileri özellikle metinlerde ortaya çıkmaktadır. Muğla insanının onurlu duruşunun kökeninde derin bir tefekkür ve haksızlığa karşı mücadeleci hayatın izleri görülür. Kültürel çeşitlilik veya kültürü oluşturan fenomenlere farklı şekilde inanılması veya bunların farklı şekilde yaşanılıp uygulanması Muğla kültürü, dinamik öğeleri ve Muğla kimliği için bir şans olarak görülmektedir. Sözlü kültürü oluşturan bu değerler sistemi; bir yanıyla Muğla halkının karakteris­tik yanını verirken, öte yandan Türk insanının ve giderek insanlı­ğın inanç, uygulama ve pratikleri açısından tarihsel aşamaları ve gelişmelerinin çeşitli basamak­larını ve gelişîm süreci ile yayılma

11 Eylül 2015 Cuma

Belediyemiz

Sık yaptığım geziler nedeniyle ülkenin hangi bölgesine ve kentine varsam o bölge ve kent insanının sevgi dolu dilinde Muğla Belediyesini görürüm.

Son çıktığımız Şanlıurfa GAP gezimizde belediyemizin adı, borçsuz bütçesi ve geleneksel kent mimarisine gösterdiği özen nedeniyle sık sık karşımıza çıktı.

Uygar kimliğiyle toplum yapımızın simgesi durumuna gelen Muğla Belediyesinin Cumhuriyet tarihi içindeki kuvvacı kimliği bilinmekteydi. Urfayı şanlı yapan kuvvacı Ali Saip Ursavaş'a dek uzanan bu kimliğimiz nedeniyle yeniden onur duyduk.

Ursavaş, ilimizin Sivas delegesi Mutasarrıf Sercifeli Hilmi Bey'in en yakın arkadaşları arasına girmişti.

Sivas'ın emriyle toplanan Pozantı Kongresinde istilacı güçlere karşı toplanan Mustafa Kemalin delegeleri olarak yanyana beraber olmuşlardı.
                                                             
***

Prof. Dr. Metin Sözen Türkiye'de korumacılık miladının, Erman Şahin başkanlığındaki Muğla Belediyesiyle başladığını yıllar önce söylemiş, dile getirmişti.

Şahini izleyen dönemlerin tümünde Belediyemiz bu ayrıcalığım koruyarak sürdürmeye devam etti.

Korumacılık anlayışının temelinde büyük bir insanlık sevgisi vardı.

İnsanlık sevgisini aşan bir başka sevgi yoktu.

Olmadığını aklından ve yüreğinden şüphesi olmayan herkes ifadeden kaçınmazdı.

Bugünkü başkan Op. Dr. Osman Gürünün korumacılığını yalnız yüz yıllık kent mahallelerinde değil bu mahallelere eklenmiş eski köy yerleşimlerinin gelişen bugünkü statülerinde de izlemek mümkündü.

Geçmişi henüz yakın tarihte başlayan köylerden kent olanaklarına kavuşan yeni mahallelerimiz Belediye Başkanı Op. Dr. Osman Gürün'ün halkı kucaklayan ve sevgi kanatlarını tüm siyasal görüşlerin üstüne gerip açan yapısını çok iyi görmekteydi..,

Muğla Belediye Meclisinin 3 partiden oluşan 25 üyesinin tüm oylamalarda fire vermeyişi, bu olguyu yaratan belediye yönetiminin tarafsız, adil, akıllı ve tutumlu yapısına ve başkanına gösterilebilecek en dikkate değer işaretti.

Belediye kısım müdürlerinin, amirlerinin, şeflerinin belediye meclisinin oy birliğini almış projelere yaklaşımları ise, insan ve kent sevgisinin seçkin bir örneğiydi.

Muğla kentinin imarına, yeşil dokusuıa, geleneksel mimarisine bu derece olgun ve birlik içinde yaklaşabilen belediye yönetimlerinin sayısı Türkiye'de azdır.

Bazı büyük ve önemli kentlerimizin Muğla gibi, uzun yıllardan beri belediyelerini yönetenlerin tezatlarını, açmazlarını ancak müfettiş raporlarından sonra görmek, üzüntü vericiydi.

Muhalefeti olmayan Belediye Meclislerinin genelde akıbetleri buydu. Asıl hüner, muhalefeti olan belediye meclislerini karşı oy almadan yönetebilmekti. Muğla Belediyesinin hüneri bu olguda gizliydi.

Beledi­yemiz, yeni açılan bazı mahalle yollarında sadece parke taşlarını henüz tamamen döşeyememiş olmanın sıkıntısını yaşamaktaydı.

Yine çok şükür ki Muğla Belediyesi açmış olduğu dekarlarca genişliğindeki yeşil alanlara diktiği ağaçların henüz tam büyümeyen gövde, dal ve budaklarını bir an önce görmenin sıkıntısı ve özlemi içindeydi.

Meydana getirilen tüm bu eserlerin temelinde sadece insanlık sevgisi ve kent bilinçi yatmaktaydı.

Bu nedenle hiç kimse Muğla Belediyesinin bilgiye ve alın terine dayanan günlük yönetiminin üstünde kâinatın zerresi kadar bile olsa tek bir karabulut göremezdi.

Bir kurum için bundan büyük mutluluk yaşanabilir miydi?

Böyle olmasaydı, ülkenin güneydoğusundan geri dönen bir Muğla hemşerisine böylesine candan bir Güneydoğu selamı yüklenebilir miydi?

Bir kent için, Muğla için, bu kazançlardan üstün ve bu ödüllerden büyük bir başka insanlık ölçeği acaba bulunabilir miydi?

Bu nedenle saygıdeğer Muğla hemşerisi, benzerleri çoğaldıkça ülkeye daha çok huzur verecek Muğla Belediyesi gibi bir “Beytülmal''e sahip olmanın sonsuz kıvanç ve erinci içinde olmalıydı.

Resimler




Bugünkü belediye binası 1945 yılına kadar Muğla Valilerinin hizmet gördüğü hükümet konağı idi.



Ünal Türkeş
Muğla Kent Kültürü Dergisi
Sayı:9 Yıl:7
Nisan 2011