30 Ağustos 2019 Cuma

Ali Rıza Efendi

Ali Rıza Efendi, 186l yılında Muğla'da doğdu. Babası Kadızade Yusuf Ziya Efendi, annesi Ferişteh Hanım'dır.

İlk tahsilinden sonra, Kurşunlu Medresesi müderrisi Hacı Muhammed Zekai Efendi'den gerekli dersleri okuyarak yirmi dört yaşında icazet aldı. Daha sonra İstanbul'a gelerek, önce Hoca Kerim Efendi sonra da Muhammed Neşet Efendi'nin ders halkalarına katıldı. 1888'de, yirmi yedi yaşında iken Neşet Efendi'den icazet aldı. 

1888'de Fetvahane Pusula Odası'na girerek memuriyete başladı. 1889'da ruus-ı hümayuna nail olarak Fatih Cami dersiamı oldu. Daru'l-Hilafeti'l-Aliyye Medresesi, Medresetü'l Mütehassısin, Medresetü'l-Kuzat ve Sahn Medresesi'nde çeşitli fıkıh ders ve kitapları okuttu. 20 Ocak 1912'de, fetvahanedeki görevlerinden sonra, İ'lamat-ı Şer'iyye müdürlüğüne getirildi. 1915'te Meclis-i Tetkikat-ı Şer'iyye üyeliğine atandı. 1916'da fetva emini oldu. 1918'de Daru'l-Hikmeti'l-İslamiyye başkan vekilliğine tayin edildi. 1918'de Huzur Dersleri mukarrirliğine başladı ve üç yıl bu hizmete devam etti. Musa Kazım'ın şeyhülislamlığı zamanında, kendisine Anadolu Kazaskerliği payesi verildi. 1927'de yaş haddi dolayısıyla fetva eminliğinden emekliye ayrıldı. 31 Mart 1943'te seksen üç yaşında iken Üsküdar'da İhsaniye mahallesinde vefat etti.

Eserleri: Takri'ru'l-Beyyinat fi Tefsi'ri's-Sitti mine'l-Ayat
              Tahri'ru'l-Kavli'l-Enfa' fi Tefsiri'l-Ayati'l-Erba' (Arapça, yazma, yeri bilinmiyor)

Muhammed Zekai Efendi

Muhammed Zekai Efendi, 1850 yılında Muğla'da doğdu. Kurşunlu Cami Medresesi müderrisi Hacı Mehmet Rahimi'nin oğludur. 1878 yılında Kurşunlu Medresesi'nde Müftü Sadeddin Efendi'den icazet aldı. 1891 ile 1895 yılları arasında Menteşe Sancağı İdare Meclisi üyeliğinde bulundu. 1905'te Menteşe Sancağı müftüsü oldu. 1906'da kendisine İzmir paye-i mücerredi verildi. 1914'te yaş haddinden emekliye sevk edildi.

Mesnevihanlık da yapan Muhammed Zekai Efendi, Arapça ve Farsça'ya hakimdi. Bazı şiirlerinde "Emin", bazılarında "Zekai" mahlasını kullanmıştır. "İthafü'l-Ahlaf fi Tefsiri Sureti'l-Kaf" isimli Arapça yazılmış tasavvufi ve felsefi bir tefsiri, manzum Mevlidü'n-Nebi'si, Divan'ı, mantık ve kelam ilmi ile ilgili notları, medh ve hicv olarak söylenmiş birçok beyitleri vardır. Bu eserler basılmamıştır. Mezarı Muğla'da Eski Şehir Mezarlığı'ndadır. Aşıkane-rindane tarzda yazılan "Ey bülbül" redifli şu gazel onundur:

Bülbüle Hitap
Nedir şeydaca derdli derdli bu efganın ey bülbül
Acep bir gonce-i terruya mı nalanın ey bülbül
Safif-i nale-i dil-suz ile gülzarı ağlattın
Sirişkinden suvarmak mı güle cevlanın ey bülbül
Şeb-i yeldayı hasretle dimağın telhkam elbet
Visal-i fecr için mi her seher elhanın ey bülbül
Neva-yi ateşinin gülde tesir m'eylemez yoksa
Çeker mi kendini naze gül-i handanın ey bülbül
Senin de kendi halince bilinmez dertlerin varmış
Derun-ı derd-nakin için nedir dermanın ey bülbül
Hezaran işvesiyle gonceler hande eder ahın
Kesilmez yine etraf-i güle devranın ey bülbül
Rubab-ı nevhadar-var bu huruş-ı dil-hıraşında
Bugün bir gülşen-i rana senin külhanın ey bülbül
Sen ağlarsın gül için gülyağın ağyar sarfeyler
Firak-ı yar ile her an bu mudur şanın ey bülbül
Zekai-var meclub-ı gül ü mül olduğun zahir
Bu envar-ı taaşşuk ile meftur canın ey bülbül



Eseri: Hediyyetü'l-Eslaf fi Tefsir-i Suret-i Kaf (Yazma, yeri bilinmiyor).

Kurbanzâde Hacı Süleyman Efendi

 Kurbanzâde Hacı Süleyman Efendi, Muğla'nın yetiştirdiği büyük din alimi ve mutasavvıf.

1797 yılında doğan Hacı Süleyman Efendi, ilminin başlangıcını 20 yaşlarındayken Kırkağaç’ta Hacı Süleyman Efendi’den; yüksek ilmini ise, Evliyazade Hacı İbrahim Efendi’den almıştır. İlmini tamamladıktan sonra tasavvuf yoluna yönelerek Konya’da Bozkırlı Memiş Efendi Hazretlerinden batıni (sır ve gerçekle ilgili) ilimleri almış, Abdullah Mekki Hazretlerinin güneş gibi nurlarından faydalanmıştır.

Daha sonra memleketi olan Muğla’ya dönerek yapmayı başardığı Kurbanzade Camii Medresesinde, insanları İslamî bilgilerle donatırken, bir taraftan da insandaki kötü ahlakları yok ederek ruh terbiyesi vermeye çalışmıştır. Kıymetli âlimlerden ve Nakşibendî tarikatının büyüklerinden olan Kurbanzade Hacı Süleyman Efendi, belirli vakitlerde Hatm-i Hacegan yaptırırdı. İlmin tüm alanlarında uzmandı. Özellikle tefsir, hadis ve tasavvufta büyük söz sahibiydi. Talebelerine hadis derslerinde Camiu’s-Sağir’i okuturdu. Her an ilahi cezbe içerisinde olduğu ve kendisini ilme adamış güzel ahlak sahibi ve cömert bir kişiliğe sahip olduğu rivayet edilir.

Kendi adıyla anılan Kurbanzade Camini yaptırmıştır. Yaptırdığı bu camide hem imam, hem hatip hem de tekke şeyhi idi. 1875 yılında öldükten sonra caminin önündeki çeltik ağacının dibinde, Kurbazade caminden önce yapılmış olan caminin ilk imamı olan Bülbül Hoca adıyla tanınan kişinin yanına defnedilmiştir.

Kurbanzade Hacı Süleyman Efendi ile alakalı halk arsında anlatılan kerametli olaylar vardır. Bunlardan birincisi, bu mübarek zatın hastalığı ağırlaştığı zaman sevenlerinden Mustafa Efendi’nin eşi Hafize Hanım ziyaretine geldiğinde “Hafize’nin bize karşı güzel düşünceleri olduğundan Cuma günü vefat edeceğimizi tahmin etmekte ise de Salı günü de olabilir” demiş ve bir gün sonra Salı günü vefat ettiği rivayet edilmektedir.

İkincisine gelince, oturduğu evin önünde küçük küçük torbalar içerisinde yemişler bulundurur ve gelen ziyaretçilerin çocuklarına ikramda bulunarak “bunları ayıplamayın kurban oğlunun keseleridir” dermiş.

Üçüncüsü ise, Kurbanzade bir gün hizmetine bakan talebesi Şaban’ın Osman Dayı’ya Muğla’daki kütüphanesinin anahtarını vererek “şimdi git kütüphanedeki Ruhu’l-Beyan Tefsirini al getir” demiş. Osman Dayı kütüphaneye gelip kapısını anahtarla açıp içeri girdiğinde kendisine Kurbanzade’nin söz konusu tefsiri uzattığını görmüş.

Dördüncü olarak da bir gün halifesi Hacı Molla Mustafa Efendi’ye yaylada bir desti vermiş ve destinin bir eşinin Muğla’daki kütüphanede olduğunu, ikisini doldurarak getirmesini istemiş. Hacı Molla Mustafa Efendi Muğla’ya gelerek kütüphaneyi açtığında Kurbanzade’nin içerde namaz kıldığını görmüş. Seslenmeden oradaki destiyi alıp doldurarak yaylaya gelen Mustafa Efendi, Kurbanzade’yi orada görmüş.

Bu ve benzeri kerametleri anlatılan bu şahsın halk üzerinde de küçümsenemeyecek kadar etkisi vardır. Her konuda kendisinden gıpta ile söz edilmektedir. Bir kişinin çok hızlı ve çabuk olduğunu anlatmak için Muğla yöresinde “Kurbanzade gibi maşallah” denilir. Çokça gezerek farklı yerlerde görülen kişiler için de “Kurbanzade’yi geçtin ha!” ibaresi kullanılır. Bu deyişler de bizlere bu kişinin toplumun hafızasında ne derece etkiye sahip olduğunu gösteren birer örnektir. 

Evliya Çelebi'ye Göre Muğla

Evliya Çelebi, Denizli ziyaretini tamamlayıp buradan Muğla’ya doğru yola çıkmıştır. Işıklı kasabası, Dinler, Uluborlu, Gölhisar, Kızılca Börklü, Sovulmaz Pazarı, Tilkili kasabası ve Tavas yolunu takip eden seyyah yoldaki konakladığı hanlar hakkında kısa bilgiler verip çevreyi betimleyerek Yılancık Beli’ni aşmış ve Dümrük karyesi üzerinden Muğla’ya ulaşmıştır. Evliya’nın Muğla hakkında verdiği bilgilere geçmeden önce buranın coğrafyası ve tarihçesi hakkında bilgiler vermek yerinde olacaktır.

Muğla Merkez Kazası


Güneybatı Anadolu bölgesinde, kadim dönemlerde Karya, Türkler döneminde Menteşe, günümüz idari taksiminde ise Muğla ili olarak anılan saha içerisinde binlerce yıldır kesintisiz yerleşime sahip olmuş ve günümüze kadar gelebilmiştir. Dolayısıyla Karya olarak adlandırdığımız bölgede ilk yerleşimin ne zaman ortaya çıktığı bilinmemektedir. Muğla tarihte İç Karya olarak bilinen bölgedir. Karya milattan önce 2000'de Hititlerce de bilinen bir ülkedir. Tarihi coğrafyada Karya, Menderes nehrini güneyinden Köyceğiz gölünün güneyine kadar olan yöreye verilen addır. Milattan önce 1000 başlarında Dorlar, Rodos ve İstanköy üzerinden Karya bölgesine gelmişler, buradaki yerli halkla karışarak ticaretle uğraşmışlardır. Karya, milattan önce 6. yüzyılda Lidya krallığının ardından da Pers devletinin hakimiyetine girmiş, Büyük İskender’in Karya’yı ele geçirmesiyle Pers hakimiyeti sona ermiştir. Milattan önce 129’da Bergama Krallığı’nın varisi olarak Anadolu’ya giren Romalılar burayı ele geçirdiler ve Asya Eyaleti’ne bağladılar. Roma’nın parçalanmasından sonra Karya Doğu Roma-Bizans sınırları içerisinde kalmıştır. 802 yılında Harun Reşid devrinde Abbasiler Likya ve Karya’yı ele geçirdiler, bölge 862 yılına kadar Abbasilerin elinde kaldı. Daha sonra ise bölge Bizanslılar tarafından geri alınmıştır. 

Karya bölgesine yapılan Türk akınları, 11. yüzyılda başlayarak 13. yüzyılın son çeyreğinde bölgenin kesin bir fethine kadar sürdü. 1079’da Türkler Muğla ve civarına kadar geldiler.

Muğla hakkında verdiğimiz bu kısa tarihçenin ardından Evliya Çelebi’nin şehrin ismi hakkında şu bilgileri bize vermektedir. 
Sene (…) tarihinde büyük bir savaş olmuş ve Rum keferesinin elinden Menteşe Oğlu Darahikey Veziri Muğlı Bey fethetmiştir. Muğlı Bey Mahan memleketinde Hz. Muhammed (SAV)’i rüyasında görüp daha sonra ulemanın huzurunda İslamiyeti kabul etmiştir. Muğla Kalesi’ni fethettikten sonra ise bu şehrin ismi Muğla diye anılmaya başlanmıştır. Farsça'da Muğ kafir anlamına gelmektedir. Muğlı Bey Müslüman olduktan sonra bir çok hizmetler yapmış ve bir çok gazaya katılmıştır.''
Evliya’nın şehrin fethi ve ismi hakkında vermiş olduğu bilgiler ihtiyatla karşılanmalıdır. Yaptığımız araştırmalarda Menteşeoğullarından Darahikey ya da onun veziri olan Muğlı Bey adında hiç kimseye rastlayamıyoruz. Büyük ihtimalle halk arasında dolaşan söylenceler birer tarihi gerçekmiş gibi yansıtılmıştır. Seyyahımızın şehir isimleri hakkında da söyledikleri ya kendinin yakıştırması ya da halk arasında dolaşan bir takım söylentilerden öteye gitmemektedir. Fakat bunu bütün ziyaret ettiği bölgelerde aynı yöntemi izleyerek bilgiler vermiştir diye bir genelleme yapmakta doğru değildir. Farklı kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Muğla’nın antik dönemlerdeki ismi Mobolla idi, daha sonra ise Mogola şeklinde değişmiştir. 1307 (1889) Aydın Vilayeti Salnamesinde ise Mobella olarak belirtilmektedir.

İdari Yapı


Evliya Çelebi, Muğla’nın idari yapısı hakkında bilgiler verirken, buranın Anadolu Eyaleti'nde Menteşe paşasının tahtı olduğunu ve padişah tarafından paşaya verilen has 400.800 akçe olduğunu belirtmektedir. Paşanın da sefer zamanı 1000 asker ile sefere katıldığını da ilave etmektedir. Evliya idari bilgiler vermeye devam ederek tahrir kayıtlarında 52 zeamet erbabının ve 380 tımar erbabının olduğunu, zeamet ve tımar sahiplerinin kanuna göre toplam 2000 çıkardıklarını eklemektedir. İdari taksimata ait bilgiler veren seyyah şehrin, 300 payesi ile baş kaza ve nahiyesinin ise 105 kura olduğunu bize söylemektedir. Ayrıca seyyahımızın bize bildirdiğine göre Muğla’da görev yapan idareciler arasında, bölgedeki zeamet sahiplerinden alaybeği, zeametlerin asayişinden sorumlu olan çeribaşı, şer’i meselelerden sorumlu olan şeyhülislam, Hazreti Peygamberin soyuna mensup olanların işleriyle meşgul olan nakibüleşraf, yeniçerilerin bulunduğu yerlerde mahalli hükümet ile ocağın birlikte hareket etmesini sağlayan kethüdayeri, taşrada yeniçeri ocaklarının başındaki sorumlu olan yeniçeri serdarı bulunmaktadır. Bu idari görevlilerin yanı sıra Evliya Muğla’nın ayan, eşraf ve ulemasının çokluğundan da bahsetmektedir.

Fiziki Görünüm


Anadolu’nun güneybatısında yer alan günümüz Muğla’sı kuzeyden Aydın, kuzeydoğudan Denizli, Burdur, doğudan Antalya şehirleri ile çevrelenmiştir. Muğla’nın yerleşim alanının denizden yüksekliği 650 m. olup, etrafı dağlarla çevrili Muğla Ovası’nın kenarında bulunmaktadır. Şehir kuzeyde Hisardağ (Asartepe) ve Kızıldağ, güneyde Kestane, doğuda Yılanlı ve batıda Marıçalı dağları ile kuşatılmıştır. Evliya Çelebi Tavas üzerinden Muğla’ya doğru yola çıktıktan sonra, Yılancık beli üzerinden Yılanlı Dağı’na ulaşmıştır. Seyyahımız Muğla’nın hemen ensesinde Yılanlı Dağı’nı gökyüzüne uzanan bir sütün gibi tarif ederek, Tavas Kalesi’nden buraya gelene kadar taşlık, dikenlik, ormanlık ve ıssız yollardan geçerek harami korkusu içerisinde on dört saatlik yolculuktan Yılanlı Dağı’na çıkabilmiştir ve Yılanlı Dağı’nın yüksekliğinden oldukça etkilenmiştir. Evliya bu dağın zirvesindeki karın Temmuz ayında bile erimediğini ve mevcudiyetini koruduğunu ayrıca gündüz vakti bile çok serin olduğunu anlatmaktadır. Zirveye ulaşıldığında ise Ula ve Muğla Ovaları'nın göründüğünü belirten Evliya açık havada İstanköy, Rodos, Hereke Adalarının rahatlıkla görülebildiğini de eklemektedir. Bu bilgiler ışığında Evliya, Yılanlı Dağı’nın Muğla Ovası’nın doğusunda tabii bir sınır olduğuna dikkatimizi çekmektedir. Fiziki durum hakkında ki bilgiler vermeye devam eden seyyah Muğla’nın oldukça şirin görünüşlü olduğunu, şehrin içinin ve dışının bahçelerle bezenmiş olduğunu söylediği gibi mesire ve eğlence yerlerinin de oldukça bol ve Muğla’nın görünümüne güzellik kattığını söyler.

Kale


Evliya Çelebi’nin şehrin fiziki görünümü içerisinde önemli bir yere sahip olan kale hakkında verdiği bilgilere geçmeden önce burada kalenin kısa bir tarihçesini ve şehrin ortaya çıkmasındaki etkisi hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır. Buna göre Muğla’da yerleşimin ilk olarak bugün şehrin hemen kuzeyinde Hisardağ’da yer alan kalede başlamış olduğu kabul edilir. 

Muğla Kalesi’nin yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, antik dönemlerden beri var olduğu bilinmektedir. Kale hemen şehrin kuzeyinde Asartepe adı verilen yerde gayet dik ve yalçın bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kale içinde tahıl ambarı olarak kullanılmış kalıntılara, tonozlu mezarlara rastlanmaktadır. Evliya da kaleyi şehrin kuzeyinde yalçın bir kaya üzerinde dört köşe, küçük bir kale olarak tanımlamakla birlikte buranın eskiden gayet sağlam ve sarp bir yer olduğu ifade etmektedir. Ayrıca kale yalçın kayalar üzerinde kurulduğundan etrafında hendeği bulunmadığını, batı tarafında ise devamlı kapalı tutulan bir kapısı olduğunu belirten Evliya Çelebi, Kale içerisinde dizdar, asker ya da herhangi bir nüfusun olmadığını söyler. Kale içindeki yapılarla ilgili olarak ise padişah haslarından öşür olarak alınan hububatın saklandığı ambardan başka bir yapının olmadığını ifade eden seyyahımız Sultan II. Murad’ın Muğla Kalesi’ni fethetmesinden sonra burayı yıktırdığını da belirtmektedir. Menteşe Beyliği’nin son zamanlarına kadar savunma amacıyla kullanıldığını anladığımız Muğla Kalesi, Osmanlı kontrolüne girdikten sonra ise tahıl ambarı olarak kullanılmış dolayısıyla 17. asrın ikinci yarısına kadar kalenin, işlevinin değişmesiyle beraber hala kullanıldığını Evliya’nın ifadelerinden anlayabiliyoruz. Kalenin savunma amaçlı olarak kullanılmamasının sebebi ise Muğla’nın 14. asrın ilk yarısından itibaren Menteşe Beyliği’nin gücü nispetinde bir iç il durumuna gelmiş olmasıdır.

Mahalleler

Evliya Çelebi Muğla’nın toplam olarak on bir mahalleden oluştuğunu ve 2.170 mesken ev olduğunu söyler, mahalle isimleri hakkında ayrıntılı olarak bilgi vermez. Biz burada Evliya’nın verdiği bilgileri döneme yakın diğer kaynaklarla karşılaştırdığımızda en azından nüfusun ne şekilde değiştiğini ve verilen bilgilerin ne denli güvenilir olup olmadığını anlayabiliriz. Burada Muğla’nın 16. yüzyılda nüfus hareketleri hakkında bir tablo vermek yerinde olacaktır.


Bu bilgiler dışında Evliya’nın Muğla’yı ziyaret ettiği tarihlerde burada bulunan mahalleler hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır. Çünkü seyyahımız mahallelerin isimlerinden bahsetmemekle birlikte sadece dolaylı yollardan bazı mahalleler hakkında ifadelerde bulunmaktadır.

Bali Hace Mahallesi: Mahalle şehir dokusunun merkezindeki Camii Kebir Mahallesi’ne batı taraftan komşudur. Mahalleye adını veren şahsın kimliği belli değildir. Bâli Hace muhtemelen 15. yüzyılın ilk yarısında Muğla'da yaşamış, ilmine ve şahsına değer verilen bir kişi olabilir. Böylelikle evi yada mescidi zamanla onun bulunduğu yere adını vermiştir. Bugün mahalle Bâlibey Mahallesi olarak bilinmektedir.

Bâzergânlar Mescidi Mahallesi (Kerimüddin): Bu mahalle 16. yüzyıl boyunca iki isimle anılmıştır. Biri Bâzergânlar Mescidi mahallesi, diğeri ise Kerimüddin Mahallesi. Kızıldağ’ın eteklerinde, kalenin bulunduğu Hisardağ’ın eteklerinde yer şehrin en eski yerleşimlerinden Camii Kebir Mahallesi’nin batısındadır. Kuruluşu bu mahalle kadar eski olmalıdır. İsmin kaynağı ise buradaki mescidin muhtemelen Kerimüddin adındaki biri tarafından yapılmış yada tamir ettirilmiş olmasıdır. Bugün dağın eteklerinde tabakhane deresinin batısında yer almakta ve Keramettin Mahallesi olarak adlandırılmaktadır.

Camii Kebir Mahallesi: Camii Kebir Mahallesi şehrin merkezinde yer almaktaydı. Mahallenin bu adla anılmaya başlanması 1344’te Ulu Camii’nin inşasından sonra muhtemelen 14. yüzyılın ortalarından itibaren olmuştur. Günümüzde de mahalle aynı ismi taşımaktadır.

Deksiklü Mescidi Mahallesi: Bugün mevcut olmayan bu mahallenin isminin nereden geldiği bilinmemektedir. Bu mahalle muhtemelen tabakhane deresine yakın bir yerde olması gerekmektedir.

Hacı Bâyezid Mahallesi: Bugün Emir Bayezid ismini taşıyan bu mahalle, eski dokunun güneyinde tabakhane deresinin batı yakasında yer alır. Dolayısıyla burası muhtemelen Hacı Bayezid Mahallesi ile Emir-i Küçük Mahallelerinin birleşmesiyle ortaya çıkmış ve halk tarafından bu isimle adlandırılmış olmalıdır.

Hacı Rüstem Mescidi Mahallesi: Bugünde aynı isimle anılan bu mahalle eski dokuda, şehrin merkezindeki Camii Kebir Mahallesi ile Hisardağ’ın doğusundan çıkan Karamuğla deresinin arasındaki bölgede yer almaktadır. Mahallenin tam olarak ne zaman kurulduğu belli değildir. Bu isimle anılmaya başlanması 16. yüzyılın başlarından itibaren olabilir. Mahalle ismi buradaki mescidden kaynaklanmaktadır.

Kadı Mescidi Mahallesi: Kadı Mahallesi de Camii Kebir Mahallesinin güneyinde yer almakta idi. Mahalle adı ismi tespit edilemeyen bir kadı tarafından yaptırılan mescidin etrafında gelişmiş olmalıdır. 16. yüzyılın ortalarında Kadı Mescidi’nde faaliyet gösteren Şeyh Bedreddin’in etkisiyle mahallenin önemi artmıştır. Bugün mahallenin isminin Şeyh Mahallesi olarak anılmaya başlanması 16. yüzyılın sonlarından itibaren olmalıdır.

Kızılcadere Mescidi Mahallesi: Bu mahallede yine bir mescid etrafında ortaya çıkmıştır fakat hakkında çok fazla bilgiye ulaşamıyoruz. Mahalle ismini muhtemelen yakınlarından geçen kızıl dereden almaktadır. Mahalle derenin biraz daha yukarı kesimlerinde kurulmuştur. Evliya Çelebi bu dere üzerinde bir kasaphanenin varlığından bahseder bu da derenin rengini tayin eden en önemli etken olmalıdır.

Yeni Camii Mahallesi: 15. yüzyılın sonları ile 16. yüzyılın başları arasında yapılmış olan, hem de ahali arasında mahallenin ismini değiştirecek kadar namlı olmalıdır. Böyle bir yapı ise, Hacı Muslihiddin tarafından 1493’te yaptırılıp, bir muallimhane ve bir medrese ile birlikte bir külliye teşkil eden cami ile örtüşmektedir. Kurşunlu Cami olarak da anılan bu yapı eski doku içinde şehrin en güneyinde yer almaktadır. Yani Pisili Hâce'nin mescid ve sûfîhânesi ile İbrahim Bey'in ikâmetgâhının bulunduğunu tahmin ettiğimiz mevkidedir. Ulu Cami'ye nisbetle daha yeni olduğu için bu isimle anılmış olmalıdır. Cuma camisi ve öğretim kurumlarına sahip bu külliye, 15. yüzyılın sonlarında Muğla ölçeğindeki bir kasaba için sosyal ve dini açıdan tesir yapabilecek bir mahiyettedir. Mahallenin önceden iki ayrı mahalle olduğu, sonradan Yeni Cami isminde birleştiği kaydedildiğine göre; zamanla Hacı Muslihiddin külliyesinin etrafında yeterli seviyede konut dokusunun oluştuğu ve bu fiziki gelişimin iki mahalleyi birleştirerek, adını da Yeni Cami'ye çevirdiği söylenebilir. 16. yüzyılın ikinci yarısına ait defterlerde ise asrın başındaki isim değişikliğinden artık bahsedilmediği "Pisili Hâce" isminden de sarf-ı nazar edilerek asıl isim olarak "Yeni Cami", ikinci isim olarak ise "Emîr-i Küçük" kaydedildiği görülmektedir. Pisili Hâce'nin mescidi, varlığını asrın ikinci yarısında da devam ettirmesine rağmen, mahalle ismi olarak hafızalardan silinmiş olması manidardır.

Evliya Çelebi Kurşunlu Camii olarak bilinen Yeni Camii Mahallesi çevresinden servi ve çınar ağaçlarının düzenli bir şekilde dikildiğini, çarşı içi ve pazar meydanı olarak bahseder ki 17. yüzyıl sonlarında burası artık şehrin en canlı noktası haline geldiğinin bir göstergesidir.

Sûfi Hüseyin Mescid Mahallesi, Hacı Timurhan Mahallesi, Hacı Mustafa Mescidi Mahallesi, mahallelerinin yeri, kuruluşu ve gelişimi hakkında ise hiçbir bilgi bulunamamaktadır. İki mescid banisinin lakabına “hacı” bakarak belki esnaf ve tüccar sınıfından olabilecekleri düşünülebilir. “Sufi” unvanında ise bir tarikat mensubu olabileceği düşünülebilir. Sonuç olarak bakıldığında Muğla’daki mahallelerin çoğu bir cami veya mescit etrafında halkın yerleşmesi ile ortaya çıkmıştır. Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi 17. yüzyıl sonlarında Muğla’da yetmiş mihrab olduğu düşünülürse sonraki dönemlerde yapılan cami yada mescitlerin mahalle gelişimine katkı yapmadığı savunulabilir. Bu da mescitlerin mevcut mahallelere yapıldığının bir göstergesidir.

Dini ve Sivil Yapılar


Evliya Çelebi, Muğla'da toplam 70 mihrabın bulunduğundan bahsetmektedir. Evliya bu camilerin birkaçından sınırlı da olsa bilgiler vermeyi eksik etmemiştir. Biz de burada Evliya'nın bahsettiği camilerin yanı sıra onun Muğla'yı ziyaret ettiği 1671 yılında dönemin tarihi dokusu içerisinde bulunabilecek camilerden de bahsedeceğiz.

Ulu Camii: 16. yüzyıla ait belgelerde de Camii Kebir olarak bahsedilen cami, tabakhanenin karşısındaki yolun kenarında bulunuyordu. Ulu Cami Muğla'daki Türk-İslam dönemine ait en eski camidir. 1344 yılında İbrahim Menteşe Beyi iken bu camiyi yaptırmıştır. Evliya camiyi şu şekilde anlatır:
En çok cemaate sahip olan camii tabakhane civarındaki eski camidir.672 Eski tarzda yapılmış ve toprak örtülüdür. Kıble kapısına on üç merdiven ile çıkılır. Bu tarafında haremi yoktur, ancak yolun karşısında tabakhane içerisinde bir abdest havuzu vardır. Bu havuzun üstü kubbe ile örtülüdür.

İ. Hakkı Uzunçarşılı yaptığı araştırmasında ise Ulu Cami’nin isminin halk arasında Elvan Bey Camisi olarak bilindiğini belirtmektedir. Caminin dört satırlık kitabesi cümle kapısının sağ kısmında ve son cemaat yerindeki mihrabın üzerindedir, sülüs hat ile yazılmış kitabe şu şekildedir:
Bismillairrahmanirrahim
Beniü’l-emir el-kebir el-ecl İbrahim Beğ İbn Orhan
Kemal-i kale’n-nebi aliyü’l-islam min beni
Meciden Allah beni Allah beyten fi sene hamis ve erbain ve seb’a mie

Cami 1838 ve 1880 tarihlerinde iki kez tamir ettirilmiş olup bunlara ait kitabelerin birincisi caminin sol duvarında, ikincisi de kapının üzerindedir. 19. yüzyılda cami geçirdiği onarımlarla özgün yapısını yitirmiştir.

Kurşunlu Cami (Yeni Cami): Dümrük karyesinde Ulu Cami olduğu gibi bu şehrin ortasında Kurşunlu Cami bulunur. Bu şehirde bundan başka daha güzel inşa edilmiş ferah, latif bir cami daha yoktur. Kurşunlu Camisinin ismi 16. yüzyıla ait belgelerde Yeni cami olarak belirtmektedir. Hacı Muslihiddin tarafından 1493'te yaptırılıp bir muallimhane ve bir medrese ile birlikte bir külliye teşkil eden cami ile örtüşmektedir. Kurşunlu Cami olarak da anılan bu yapı eski doku içinde şehrin en güneyinde yer almaktadır. Yani Pisili Hâce'nin mescid ve sûfîhânesi ile, İbrahim Bey'in ikâmetgâhının bulunduğunu tahmin ettiğimiz mevkidedir. Ulu Cami'ye göre daha yeni olduğu için bu isimle anılmış olmalıdır. Tek şerefeli minaresi ve son cemaat yerini 1900’de Hacı İsmail Efendi yaptırmıştır.

Şeyh Cami: 16. asırda yapıldığı anlaşılan tek mescit ise İsmail isimli bir hayırseverin inşa ettirdiği yapıdır. 16. asrın ortalarından itibaren Kadı Mahallesi mescidinin adı bu yapıyı faaliyetlerinde merkez olarak kullanan Şeyh Bedreddin'in ismiyle anılır olmuştur. Minaresi 1806’da eklenmiş, 1896’da ise cami onarım geçirmiştir.

Evliya Çelebi’nin yukarıda belirttiği ve az da olsa bilgiler verdiği camilerin yanı sıra, isimlerini vermekle yetindiği camiler ise şunlardır.

Pazaryeri Cami: Evliya bu camiden sadece ismen bahsetmiştir. 1843 yılında Batıkoğlu Hacı Ahmed Ağa tarafından bu mevkide daha önce yapılmış ve harap duruma gelmiş bir mescidin üzerine minaresiz olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Tek şerefeli minaresi 1866’da Köseoğlu Hacı Mehmed Ağa tarafından eklenmiştir. Camii 1925’te onarılmıştır.

Evliya’nın isimlerini zikrettiği ve hakkında fazla malumat bulamadığımız camiler ise; Şeyh Osman Efendi Cami, Abdülgaffar Efendi Cami, Hacı Dede Cami, Mustafa Efendi Cami. Evliya bunlar dışında kalanların mescit olduklarını belirtmektedir. Evliya Çelebi Dümrük Karyesi’nde bir eski cami olduğunu ve bu caminin minaresinin olduğunu söylemektedir.

Seyyid Kemaleddin Türbesi: Evliya Çelebi'nin Muğla'da bahsettiği önemli bir dini yapı da Seyyid Kemaleddin Türbesidir. Türbe şehrin kuzeyinde kale kurbunda yer almaktadır. Hz. Kemaleddin’in türbesi dört köşe duvar içinde üstü açık ulu bir ziyaretgahtır. Evliya Çelebi Seyyid Kemaleddin’in birçok kerameti olduğundan da bahsetmektedir. Evliya Hz. Kemaleddin’in mezarı başında büyük ve güzel bir ardıç ağacından da söz eder. Hatta bu civarda böyle bir ağaç yetişmediğini dolayısıyla bununda bir keramet olduğunu ifade eder:

Bu ağacın gövdesi kapı kapı aralıklıdır, içi boştur ve on adamın sığacağı büyüklüktedir. Evliya Çelebi bununla ilgili şu kıssayı bize aktarmaktadır. “Allah-u Teala imtihan için birkaç kötü niyetli münkiri buraya yöneltir. Yanlarında getirdikleri kuru bademleri şeyhe verip keramet isterler; Aziz Hazretleri buyururlar ki “Badem getiriciye adem bağcılar! Meşayihe keşf ü keramet etmek hayız görmek gibidir. Ama bu bademlerinizden taze badem yiyin” diye mübarek elleriyle bademi ağacın kovuğu içine bismillah deyip koyar. Allah'ın emri ile yeşil filizler verip yedi saatte taze bademler biter. Allah'ın hikmeti ile o kadar badem biter ki vilayet vilayet hediye gönderilir”. Bu badem ağacının kökleri yerde değil ardıç ağacının gövdesindedir. Bademin ağaç içinde adam kalınlığında kökleri vardır. Bu ağaç ibret alınacak güzelliktedir. Seyyid Kemaleddin bu keşfinden sonra ölür. Görülmeye değer bir yerdir”. 

“Bu sultanın hemen yanı başında Hz. Hoca Şahidi’nin kabri yer almaktadır. Kitabesinde şu yazı görülür. “Ma’rifet tahtında gûya şahidi”, hatta Şahidi hazretleri bir mısrasında “Diyar-ı Menteşede Muğleviyem” buyurdukları bu Muğla şehridir. Yine onların civarında da İmamzade Hazretleri bulunur. Meşhur bir gönül sultanıdır. Dümrük Karyesi’nde (…), (…) hazretleri cami hareminde metfundur. Nice kerametler göstermiş, ulu bir sultandır. Bu kura onların hikmetiyle mamur olmuştur. Yine kendi adıyla anılan caminin türbesinde yatmaktadır.”

Evliya Çelebi Dümrük Karyesi’nin doğusunda iki bin adım uzaklıkta ki kayalar dibinde ve Dümrük Karyesi Cami hareminde bir kurşunlu kubbe altında ziyaretgahlar vardır ve buralarda medfundurlar. Kuddise sırruhul aziz.

Seyyahımızın anlattığına göre Muğla’da ulema ve talebe çok olmakla birlikte yedi medrese, on bir sıbyan mektebi vardır. Evliya Çelebi Muğla’da Şahidi muallimhanesinden bahseder. Bütün şehrin sıbyanları burada ilim tahsil ederler. Binden fazla öğrencisi vardır. Hangi diyarda anlayışı kıt biri varsa burada birkaç derse devam katılsa bütün müşkülatları ortadan kalkar. 16. asrın ilk yarısında Muğla’nın sosyal yapısında Mevlevi Şeyhi Şahidi’nin önemli bir yeri vardır. Evliya burayı tarif ederken Ulu Camii kurbunda tabakhane mevkiinde diye ifade eder.

Bu sıbyan mektebinin kapısı üzerinde celi hat ile tarih şöyle yazılmıştır; 

Makam-ı saht sahib-i hayr-ı mü’minim 
Mu’allimhane-i mi kerd kaim 
Be emre’ş-şahidi mi güft tarih 
Mu’allimhane abadan da’im

Dümrük Karyesi’nde bir sıbyan mektebi bulunmaktadır.

Evliya Muğla’da iki hamamın olduğunu bize anlatmaktadır. Bunlardan Elvan Beğ hamamının oldukça süslü, suyu ve havasının oldukça güzel olduğunu belirtir. Kimliği hakkında net bilgiler bulunmamakla birlikte, Menteşe Sancakbeylerinden olduğunu tahmin ettiğimiz Elvan Bey hamamını Menteşe’de bulunduğu sıralarda muhtemelen İbrahim Bey'in yaptırdığı Ulu Cami’yi tamir ettirdiği bir zamanda 15. asrın ilk çeyreğinde yaptırmış olabilir. Zayıf bir ihtimal olsa da İbrahim Bey’in Ulu Camii ile birlikte bu hamamı yaptırdığı ve Elvan Bey’in bu iki yapıyı tamir ettirdiği düşünülebilir. 

Ahmed Gazi hamamının ise aydınlık ve gayet güzel havasının olduğunu ifade eder. Ahmed Gazi Bey kardeşleriyle beraber beylik yaptığı dönem 1355-1391 yılları arasıdır. Dolayısıyla bu hamam Ahmet Gazi Bey’in Milas Peçin yönetiminde olduğu 1375’lerden sonra yaptırmış olması gerekir. Bu yapıları günümüz Muğla’sında göremiyoruz hamamların suya ihtiyacı olduğuna göre dolayısıyla iki hamamında şehrin içinden geçen derenin pek uzağında bulunmayacakları düşünülebilir. Ula’da iki hamam vardır, biri Şuca Hamamı diğeri ise Yeni hamamdır. Evliya Dümrük Karyesi’nde de bir hamam olduğunu belirtir. Ayrıca Evliya Çelebi’ye göre Muğla’da yetmiş çeşme vardır. 16. asırdaki kayıtlarda ise çarşı ve Pazar içinde, Hacı Muslihiddin Mahallesi önünde çeşmelere rastlamak mümkündür.

27 Ağustos 2019 Salı

Seyyid Kemaleddin

Seyyid Kemaleddin, Muğla'da Şahidi Cami haziresinde medfun büyük alim ve mutasavvıf.

Bursa'da yaşamış evliyanın meşhurlarından Emir Sultan'ın kardeşi olup, halkı irşat için Muğla'ya gelmiştir. 1390 yılında şimdiki Şahidi türbesinin bulunduğu yerde bir mevlevi tekkesi ve mescid inşa ettirmiştir. Şahidi hazretlerinin babası Hüdai Dede'nin Muğla'da vefat etmiştir. Şimdiki Şahidi türbesinin olduğu yere gömülmüştür. 

Evliya Çelebi, 1671 yılında Muğla'ya gittiğinde Seyyid Kemaleddin'in ziyaretgahına da uğrar ve şu bilgileri verir:
''Bu ziyaretgah, etrafı dört duvar ile çevrili üstü açık bir yerdir. Türbesinin başında çok büyük, içi boş bir ardıç ağacı vardır.''
Evliya Çelebi, Seyahatname isimli kitabında Seyyid Kemaleddin hazretlerinin bir kerametini de şöyle aktarır:
Bu -ardıç- ağacın gövdesi kapı kapı aralıklıdır, içi boştur ve on adamın sığacağı büyüklüktedir. Allah-u Teala imtihan için birkaç kötü niyetli münkiri buraya yöneltir. Yanlarında getirdikleri kuru bademleri Şeyhe verip keramet isterler; Aziz Hazretleri buyururlar ki “Badem getiriciye adem bağcılar! Meşayihe keşf ü keramet etmek hayız görmek gibidir. Ama bu bademlerinizden taze badem yiyin” diye mübarek elleriyle bademi ağacın kovuğu içine Bismillah deyip koyar. Allahın emri ile yeşil filizler verip yedi saatte taze bademler biter. Allahın hikmeti ile o kadar badem biter ki vilayet vilayet hediye gönderilir”. Bu badem ağacının kökleri yerde değil ardıç ağacının gövdesindedir. Bademin ağaç içinde adam kalınlığında kökleri vardır. Bu ağaç ibret alınacak güzelliktedir. Seyyid Kemaleddin bu keşfinden sonra ölür. Görülmeğe değer bir yerdir.
Rivayet olunur ki Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman, Şahidi İbrahim'i İstanbul'a davet ederek kendisinden bir gece içinde Kur'an-ı Kerim yazmasını ister. Ertesi gün Şahidi'nin yazmış olduğu Kur'an'ı görünce hayretler içinde kalır. Dileği sorulunca da Muğla'da Seyyid Kemaleddin'in ayak ucuna gömülmek istediğini söyler. Nitekim dileği yerine getirilmiş, Muğla'da Kurbanzade Mescidi'ndeki mevlevihane Seyyid Kemaleddin'in kabrinin olduğu yere taşınmış. Şahidi ve babası Hüdai hazretleri vefat edince de Seyyid Kemaleddin hazretlerinin ayan ucuna gömülmüştür. Günümüzde Şahidi ve babası Hüdai hazretlerinin kabirleri türbe içindeyken Seyyid Kemaleddin hazretlerinin kabri türbenin dışındadır. Baş ve ayak ucunda mezar taşları vardır. Üzerlerinde yazı bulunsa da çok eski olduğu için okunamamıştır.