HASTANE KORİDORLARINDAKİ kalabalıkta nefesler birbirine karışıyor. Örneğin: hastane yönetimi muayene olacak hastalara birer maske verip, takmayı da zorunlu hale getirse; akıllıca, yerinde ve alkışlanacak bir tedbiri uygulamaya geçirmiş olur? Maskeyi; doktor, hemşire, hizmetli vs. takıyor da, hasta niye takmıyor? Maske kaç kuruşluk matah…
KORİDORLARDAKİ SANDALYELER REFAKATÇİ İLE DOLUP TAŞIYOR, oturması gereken hasta ayakta beklerken, koridorlarda gereksiz kalabalık oluşuyor. Kalabalığı görünce, içinizden: “Amma çok hasta var haa!” diyorsunuz. Bu tespit edilen bir durumdur. Bir hastanın refakatine 2-3 kişi katılıyor. Hastane yönetimi; özel durumlar dışında; refakatçisi biri geçen ve ayakta tedavi edilecek hastalar için mümkün olan idari tedbiri geliştirmeli ve kalabalığı poliklinik dışında tutmaya çalışmalıdır. Sayın başhekim! Acaba; makamınızdan çıkıp, koridorda dolaşıp, durum tespiti yaparak, çözüme yönelik: “Ne gibi tedbir alınabilir!” diye düşündünüz mü?
HASTALIK BAŞLANGICININ ÖNEMLİ nedenlerinden biri kötü beslenme. Örneğin: “Lokma” meydanında, dini inançlarımız gereği “Hayır” diye üretilen lokmadan almak için kuyruğa giren yurttaşın, sırada bekleyen görüntüsünü düşününüz! Sözü edilen meydanda, bazen iki bazen üç lokmacının, aynı anda icraî sanat etmesi ve her lokmacının önünde oluşan yurttaş kuyruğunun bu noktanın artık bu işin merkezi olduğunu teyit ediyor.
BU MEYDAN, AYRICA; cenazelerin kaldırıldığı ve taziyelerin kabul edildiği meydan olarak, uhrevî görevler de üstlenmektedir. Ancak, bu küçük meydanın kendine yakışan bir adı yoktur… Örneğin burası: “Lokma Meydanı” mı? “Cenaze meydanı” mı? ”Taziye meydanı” mı? yoksa: “Çardaklı meydan” mı?.. Buraya bir ad yakıştırılmalı ve kayıtlara geçmelidir. Şehrin kayıtlarına girecek olan ad, yurttaşın yer tarifinde kolaylık sağlamasında bile önem arz eder. Şu anda söz konusu zeminin tarifi: “Kurşunlu caminin yanındaki havuzlu yer!” biçiminde yapılmaktadır ki, böyle bir tanımlama hiç hoş değildir ve de telaffuzu çok yabandır.
LOKMAYI ALMAK İÇİN, yurttaş kuyruğa giriyor ve aldıktan sonra; hemen oracıkta tüketiyor ama elindeki plastik kabı, yakışmasa da, umursuzca çiçek tarhlarına bırakıyor. Bu manzara da, yakışıksız bir görüntü oluşturuyor. Lokma ikramı sırasında, plastik atıkların büyük çöp kovalarına konulması için, zabıta birkaç kez denetleme görevi gerçekleştirirse yeterli olur ve kuralın denetsiz yerine getirilmesini sağlar.
“LOKMA” ARAPÇA BİR SÖZCÜKTÜR… Bunu pek çok kişi hatırlar. Ancak, adı geçen tatlının Osmanlı saray tatlısı olduğunu, 13ncü yy.da “Kadı lokması” adı ile Bağdadi isimli kişi tarafından tarif edildiğini, Yunan mutfağında: “Lokumades” ismi ile tanındığını hatırlamaz… Bu tatlı; hamurun kızgın sıvı yağda kızartılması ile hazırlanıp, şerbetle tatlandırılması sonunda servis edilir ki, iştahla yenir…
ANCAK; HAMURUN KIZGIN YAĞDA kızartıldıktan sonra, şerbetle tatlandırılması ve yenilmesi sağlık yönünden çok büyük tehlike oluşturduğu ve özellikle KANSER konusunda sağlığı çok ciddi biçimde tehdit ettiği bilinmektedir ve hatta çift taraflı tehlike olduğu vurgulanmaktadır. Şeker ve kızartılmış hamur çok kötü bir beslenme biçimidir. Bunun “Hayır” adı altında ikramı, hastalığa davetiye çıkarmaktır.
BU VE BUNA BENZER kötü beslenmeye devam edildiğinde, vücudun bazı noktalarında mum yanar, mum bittiğinde de, bu gezegenle ilişkiniz kesilir. Gezegenden sizi uğurlarken; önce, yıkarlar, sonra sarıp sarmalarlar sonra, okuyup üflerler ve arkalarına bakmadan götürürler.
YAŞARKEN GÖRMEDİĞİN SALTANAT İÇİN; önünde namaz kılınır, cenaze cemaati seni iyi bildiğine dair beyanda bulunur, haklarını helâl eder ve daha sonra beş dakika eller üzerinde taşır… Arkana kalana taziyeler bildirilir, dini kurallar işletilir, otomobile atlayan seni götürür defneder gelir… Ve cismin; bu gezegene hiç gelmemiş gibi ortadan kalkar.
SEN ARAMIZDAN AYRILDIKTAN ve belli bir süre geçtikten sonra, lokma meydanında kuyruğa girenlere, dini inançlarımızdan ötürü senin adına; kızgın yağda kızartılıp, şerbetle tatlandırılan ve senin ölmeden önce severek çok kereler yediğin saray lokmasının ikramı, devam eder…
[Bedri Özer, Muğla Yenigün Gazetesi, 9 Şubat 2015 tarihli yazısı]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder