Muğla’da Rum ustalar tarafından yapılan tek han olan, Cumhuriyet döneminin ilk okulu olma özelliğini taşıyan ve 1999 yılında çıkan yangında tamamen kullanılamaz hale gelen Apostol Hanı'nın restorasyon çalışmalarında son aşamaya gelindi.
1850-1870 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen, Muğla’nın 13 hanından birisi olan ve 1999 yılında çıkan yangında kullanılamaz hale gelen Apostol Hanı’nın yeniden yapılması için Muğla Belediyesi tarafından başlatılan çalışmalarda son aşamaya gelindi.
Mübadele öncesi Rumların yoğun olarak yaşadığı Saburhane bölgesindeki meydana yakın bir noktada yer alan ve Rum ustalar tarafından yapılan iki katlı ahşap han önümüzdeki aylarda Muğla’ya hizmet vermeye başlayacak.
Yapım tekniğinden 1850-1870 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen ve mübadele öncesine kadar alt katı Rum Meyhaneci Apostol tarafından meyhane olarak işletilen üst katı ise, konaklama için kullanılan Apostol Hanı mübadele yıllarından sonra 1927 yılından 1954 yılına kadar ilkokul olarak kullanıldı. 1954 yılından sonra boşaltılan tarihi han 1999 yılında bir gece yarısında elektrik kontağından çıktığı iddia edilen yangınla tamamen yanarak, kullanılamaz hale geldi. Can ve mal güvenliği açısından tehlike arz eden tarihi han Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından hazırlanan rölöve ve restorasyon projeleri 2003 yılında onaylandıktan sonra Koruma Kurulu onayı ile 2006 yılında yıkıldı. Özel mülke ait olması nedeniyle Apostol Hanı’nın bulunduğu alan Muğla Belediyesi tarafından 3,5 yıl önce başlatılan kamulaştırma çalışmalarıyla belediye mülkiyetine geçti.
KAFETARYA OLARAK HİZMET VERECEK
Kamulaştırma çalışmalarının ardından Muğla Belediyesi tarihi hanın yeniden yapılması amacıyla çalışmalarına hız verdi. Projeleri tamamlanan Apostol Hanı’nın uygulama işi için Muğla İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği’ne “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı’na Dair Yönetmelik” kapsamında katkı payına başvuruldu. Başvurunun sonuçlanmasının ardından tarihi hanın yapımı için Muğla Belediyesi tarafından ihale açıldı. İhaleyi kazanan firma hemen restorasyon çalışmalarına başladı. Tarihi hanın restorasyon sonrası kullanım amacı kafetarya-restoran olarak belirlendi.
Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün, yapının restorasyonu Muğla kent tarihi ve Saburhane bölgesi için büyük önem arz ettiğini, ilerleyen dönemlerde Saburhane ve çevresinde gerçekleştirilecek olan peyzaj ve cephe düzenlemeleri ile bütünlük sağlayacağını kaydetti.
Gürün, Muğla’nın bacalarıyla tarihi evlerini koruma altına alarak kent dokusunu geleceğe taşıdıklarını söyledi.
Gürün, “Apostol Hanı bizim için önemli bir tarihi değer. Alanın özel mülkiyette olması nedeniyle belediye olarak bir müdahalede bulunamadık. Yaklaşık 3,5 yıl burayı belediye mülkiyetine kazandırmak için çaba harcadık. Sonunda tarihi yerin mülkiyetini belediyemize geçti. Artık bu tarihi hanı yeniden günümüze kazandıracağız. Restorasyon çalışmalarında son aşamaya geldik. Yaklaşık 1 ay içinde tarihi hanı Muğla’ya yeniden kazandıracağız” dedi.
Muğla Belediyesi tarafından bugüne kadar Konakaltı Kültür Merkezi, Kültür Evi, Sekibaşı Hamamı, şu anda belediye binası olarak kullanılan eski adliye binası, Şaraphane, Sekibaşı Kadın Sığınma Evi, Özbekler Evi ve Karabağlar yaylasında bulunan Keyoturağı restore edildi.
27 Ocak 2015 Salı
22 Ocak 2015 Perşembe
Namık Açıkgöz’ün Sorusu
Manisalı Prof. Dr. Namık Açıkgöz, Muğlalı Özcan Özgür’den Muğla’ya dair bir şeyler öğrenmiş midir bilmiyorum. Öğrendi ise ne mutlu bana…
Ama ben Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Namık Açıkgöz’den Muğla’ya dair çok şey öğrendim, öğrenmeye devam ediyorum.
Bir Muğlalı olarak… Mesela…
Kendilerine göre Allah’a giden yolun sahibi, dönemin ‘sahih tarikatlarının’ hemen hepsinin Muğla’da kollarının, temsilcilerinin bulunduğunu; onlardan birinin “Rifailer” olduğunu; Rifai Şeyhi Hasan Nuri’nin mezarının Kızıldağ’da olduğunu; o mübarek kişinin mezarının dönemin Muğla Belediye Başkanı Erman Şahin tarafından korunduğunu; CHP’nin Muğla’daki ünlü il başkanlarından rahmetli Hasan Nuri Öncüer’in dedesinin Rifai Şeyhi Hasan Nuri olduğunu Prof. Dr. Açıkgöz’den öğrendim.
Bir Muğlalı olarak… Mesela…
Muğla’nın nasıl bir coğrafya olduğunu, Muğlalıların nasıl insanlar olduklarını bize en güzel anlatan Karabağlar Yaylası’nın Keyfoturağı Kahvesi’nde “mescit” ile “meyhanenin” yan yana oluşundan öğrenebilirsiniz.
İşte o Keyfoturağı Mescidi’nin iç duvar süslemelerinde Yedi Uyarların anıldığını Prof. Dr. Açıkgöz ile birlikte keşfettik…
Prof. Dr. Namık Açıkgöz kendi alanında “Muğla’yı, Muğlalılığı” bilir, bildirir…
Bu hafta 2 Nisan 2013 tarihli son yazısına “Neresini düzeltelim?” başlığı atmış.
Başlığı görünce “Eyvah” dedim.
Namık hocam sıkı edebiyatçı ve dilcidir.
Hem gazetemizin, hem benim dil hatalarımı acımasız eleştirir.
Yazısının başlığını görünce, “Tamamdır, şimdi de hoca sözlü uyarılarından bıktı, bizi köşesinden halletti.” dedim, kendi kendime…
Yazıyı okuyunca kendi adıma rahatladım.
Namık Hocam, yazısına “Geçen hafta bir arkadaşımızın yazısına, çok iyi bildiğim ve sık sık da kullandığım Farsça ‘Men çi guyem’ cümlesiyle başladığını görünce merak edip yazıyı açtım ve okumaya başladım. İnternet sayfasındaki ilk 4 cümleyi okuyup, 7 yanlışla karşılaşınca, şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açıldı.” diye başlamış.
“Arkadaşım” dediği yazarın yazısı bizim gazetede değildi… Namık hocam o yazarın yazısının ilk satırlarını köşesine “Önce tamamını yazalım., Men çi guyem tamburam çi guyet… Türkçesi, “Ben ne diyorum davulum ne söylüyor?” Bu tekerleme şimdi adını tam hatırlayamadığım bir divan şairimize aittir. Belki de hiç kullanmayacağınız bu tekerlemeyi niçin kullandım?” diye aldıktan sonra devam etmiş:
“İlk 4 cümleye 7 yanlış sığdırma başarısının şaşkınlığıyla “Dikkat!… Namık Açıkgöz çıkabilir!…” diyerek yazıyorum bu yazıyı.”
“Evet… Maalesef bu 4 cümlede 7 yanlış var.” diyen Namık hocam yanlışları şöyle sıralamış:
“1) Atasözünün doğrusu şudur: “Men çi gûyem, tanbûrem çi gûyed!…” Türkçe karşılığı: “Ben ne diyorum; tamburum ne diyor!…”
2) Alıntıdaki “tamburam” Türkçe bir kullanımdır; oysa cümle Farsça bir cümledir. Özgün kullanımı “tanbûrem”dir.
3) Cümledeki kelime “guyet” şeklinde yazılamaz. İngilizcedeki “and” yerine “ant” yazabilir misiniz? “gûyed” kelimesinin sonundaki “d” harfi, üçüncü tekil şahıs ekidir; bunu “t” yaparsanız, ikinci telik şahıs yapmış olursunuz.
4) “Tambura” veya “Tenbûr”un anlamı “davul” değil, bildiğimiz ve Türkçede “tambur” dediğimiz telli bir enstrümandır.
5) Bu söz bir tekerleme değil, Farsça bir atasözüdür.
6) Bu Fars atasözü, bir divan şâirine ait değildir.
7) “Belki de hiç kullanmayacağınız…” hükmü yanlıştır. Bu atasözünü ben çok kullanırım ve birçok aydın da kullanır.”
Merak eden Namık hocanın 2 Nisan 2013 tarihli “Neresini düzeltelim?” başlıklı yazısının tamamını isteyen köşesinden okur.
Namık hocanın yazısına neden sardım? Bana da atıfta bulunmuş da ondan. O yazısında şöyle demiş:
“Geçen ay, Nail Çakırhan’a ait güzelim bir şiirin Nazım Hikmet’e mâl edilmesini de sevgili Özcan düzeltmişti.
Tam da bu konuya uygun bir fıkra:
Baba Erenler, devamlı sarığı kirli gezermiş. Bir gün biri, ‘Baba, şu sarığını yıkasana…’ demiş. Baba Erenler, ‘Gene kirlenecek nasıl olsa… Niye yıkayayım ki?…’ demiş. Adam ‘Eeee… Gene yıkarsın…’ demiş. Baba Erenler, ‘Eeee… Gene kirlenecek…’ demiş… ‘Gene yıka-gene kirlenecek’ derken Baba Erenler sonunda patlamış: ‘Erenler, biz bu dünyaya sarık yıkamaya mı geldik?…’ demiş.
Bizimki de o hesap sevgili Özcan… Biz de bu dünyaya yanlış düzeltmeye mi geldik?
Görüyorsun… ‘Deveye sormuşlar hörgücün neye eğri?…’ muhabbetine bile girmedim.
Boş veeer!….
Bak, bahar geldi…
Her yerden hayat ve güzellik fışkırıyor…
Sa’d-âbâdımız yok ama Gökovamız var; Karabağlar yaylamız var… Yalandan yanlıştan şeylerle uğraşmayalım sevgili Özcan… Bahardan kâm alalım…
İliklerine kadar baharı yaşa… Nemize gerek elin üç ayaklı beş keçisi!…”
Ah hocam kolay mı bahardan kâm almak? Bırakmıyorlar ki… Hani derler ya alemin derdi seni mi gerdi… O hesap, Muğla’nın derdi, bir kere bizi germiş…
Sevgili Namık hocam doğru söze ne denir?
“Eğri” denmez elbette. Doğru denir…
Ne diyeyim Sevgili Namık Hocam… Ben de köşende vurguladığın gibi “Çanakkale boğazı” diyorum, ama birileri de “yandı bilmem neresi” diye anlıyorlar. Sallamalarına da sallamıyorum!
Sizin çıkıp geleceğiniz de aklıma gelmemişti.
Tabi ki dikkat ediceen!
Ben dikkat ediyorum Sevgili hocam… Burası Muğla!
Dam başında kumru, onların dediği kimin umuru?
Ama ben Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Namık Açıkgöz’den Muğla’ya dair çok şey öğrendim, öğrenmeye devam ediyorum.
Bir Muğlalı olarak… Mesela…
Kendilerine göre Allah’a giden yolun sahibi, dönemin ‘sahih tarikatlarının’ hemen hepsinin Muğla’da kollarının, temsilcilerinin bulunduğunu; onlardan birinin “Rifailer” olduğunu; Rifai Şeyhi Hasan Nuri’nin mezarının Kızıldağ’da olduğunu; o mübarek kişinin mezarının dönemin Muğla Belediye Başkanı Erman Şahin tarafından korunduğunu; CHP’nin Muğla’daki ünlü il başkanlarından rahmetli Hasan Nuri Öncüer’in dedesinin Rifai Şeyhi Hasan Nuri olduğunu Prof. Dr. Açıkgöz’den öğrendim.
Bir Muğlalı olarak… Mesela…
Muğla’nın nasıl bir coğrafya olduğunu, Muğlalıların nasıl insanlar olduklarını bize en güzel anlatan Karabağlar Yaylası’nın Keyfoturağı Kahvesi’nde “mescit” ile “meyhanenin” yan yana oluşundan öğrenebilirsiniz.
İşte o Keyfoturağı Mescidi’nin iç duvar süslemelerinde Yedi Uyarların anıldığını Prof. Dr. Açıkgöz ile birlikte keşfettik…
Prof. Dr. Namık Açıkgöz kendi alanında “Muğla’yı, Muğlalılığı” bilir, bildirir…
Bu hafta 2 Nisan 2013 tarihli son yazısına “Neresini düzeltelim?” başlığı atmış.
Başlığı görünce “Eyvah” dedim.
Namık hocam sıkı edebiyatçı ve dilcidir.
Hem gazetemizin, hem benim dil hatalarımı acımasız eleştirir.
Yazısının başlığını görünce, “Tamamdır, şimdi de hoca sözlü uyarılarından bıktı, bizi köşesinden halletti.” dedim, kendi kendime…
Yazıyı okuyunca kendi adıma rahatladım.
Namık Hocam, yazısına “Geçen hafta bir arkadaşımızın yazısına, çok iyi bildiğim ve sık sık da kullandığım Farsça ‘Men çi guyem’ cümlesiyle başladığını görünce merak edip yazıyı açtım ve okumaya başladım. İnternet sayfasındaki ilk 4 cümleyi okuyup, 7 yanlışla karşılaşınca, şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açıldı.” diye başlamış.
“Arkadaşım” dediği yazarın yazısı bizim gazetede değildi… Namık hocam o yazarın yazısının ilk satırlarını köşesine “Önce tamamını yazalım., Men çi guyem tamburam çi guyet… Türkçesi, “Ben ne diyorum davulum ne söylüyor?” Bu tekerleme şimdi adını tam hatırlayamadığım bir divan şairimize aittir. Belki de hiç kullanmayacağınız bu tekerlemeyi niçin kullandım?” diye aldıktan sonra devam etmiş:
“İlk 4 cümleye 7 yanlış sığdırma başarısının şaşkınlığıyla “Dikkat!… Namık Açıkgöz çıkabilir!…” diyerek yazıyorum bu yazıyı.”
“Evet… Maalesef bu 4 cümlede 7 yanlış var.” diyen Namık hocam yanlışları şöyle sıralamış:
“1) Atasözünün doğrusu şudur: “Men çi gûyem, tanbûrem çi gûyed!…” Türkçe karşılığı: “Ben ne diyorum; tamburum ne diyor!…”
2) Alıntıdaki “tamburam” Türkçe bir kullanımdır; oysa cümle Farsça bir cümledir. Özgün kullanımı “tanbûrem”dir.
3) Cümledeki kelime “guyet” şeklinde yazılamaz. İngilizcedeki “and” yerine “ant” yazabilir misiniz? “gûyed” kelimesinin sonundaki “d” harfi, üçüncü tekil şahıs ekidir; bunu “t” yaparsanız, ikinci telik şahıs yapmış olursunuz.
4) “Tambura” veya “Tenbûr”un anlamı “davul” değil, bildiğimiz ve Türkçede “tambur” dediğimiz telli bir enstrümandır.
5) Bu söz bir tekerleme değil, Farsça bir atasözüdür.
6) Bu Fars atasözü, bir divan şâirine ait değildir.
7) “Belki de hiç kullanmayacağınız…” hükmü yanlıştır. Bu atasözünü ben çok kullanırım ve birçok aydın da kullanır.”
Merak eden Namık hocanın 2 Nisan 2013 tarihli “Neresini düzeltelim?” başlıklı yazısının tamamını isteyen köşesinden okur.
Namık hocanın yazısına neden sardım? Bana da atıfta bulunmuş da ondan. O yazısında şöyle demiş:
“Geçen ay, Nail Çakırhan’a ait güzelim bir şiirin Nazım Hikmet’e mâl edilmesini de sevgili Özcan düzeltmişti.
Tam da bu konuya uygun bir fıkra:
Baba Erenler, devamlı sarığı kirli gezermiş. Bir gün biri, ‘Baba, şu sarığını yıkasana…’ demiş. Baba Erenler, ‘Gene kirlenecek nasıl olsa… Niye yıkayayım ki?…’ demiş. Adam ‘Eeee… Gene yıkarsın…’ demiş. Baba Erenler, ‘Eeee… Gene kirlenecek…’ demiş… ‘Gene yıka-gene kirlenecek’ derken Baba Erenler sonunda patlamış: ‘Erenler, biz bu dünyaya sarık yıkamaya mı geldik?…’ demiş.
Bizimki de o hesap sevgili Özcan… Biz de bu dünyaya yanlış düzeltmeye mi geldik?
Görüyorsun… ‘Deveye sormuşlar hörgücün neye eğri?…’ muhabbetine bile girmedim.
Boş veeer!….
Bak, bahar geldi…
Her yerden hayat ve güzellik fışkırıyor…
Sa’d-âbâdımız yok ama Gökovamız var; Karabağlar yaylamız var… Yalandan yanlıştan şeylerle uğraşmayalım sevgili Özcan… Bahardan kâm alalım…
İliklerine kadar baharı yaşa… Nemize gerek elin üç ayaklı beş keçisi!…”
Ah hocam kolay mı bahardan kâm almak? Bırakmıyorlar ki… Hani derler ya alemin derdi seni mi gerdi… O hesap, Muğla’nın derdi, bir kere bizi germiş…
Sevgili Namık hocam doğru söze ne denir?
“Eğri” denmez elbette. Doğru denir…
Ne diyeyim Sevgili Namık Hocam… Ben de köşende vurguladığın gibi “Çanakkale boğazı” diyorum, ama birileri de “yandı bilmem neresi” diye anlıyorlar. Sallamalarına da sallamıyorum!
Sizin çıkıp geleceğiniz de aklıma gelmemişti.
Tabi ki dikkat ediceen!
Ben dikkat ediyorum Sevgili hocam… Burası Muğla!
Dam başında kumru, onların dediği kimin umuru?
-Kaynak: Hamle Gazetesi, http://www.hamlegazetesi.com.tr/namik-acikgozun-sorusu/#sthash.iKgM0dWZ.dpuf
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)