Anadolu'nun Osmanlı egemenliğine girmesinden yüzyıllar sonra bile yapı ustalarının Hıristiyan kesim içinden çıktığı düşünülürse, bu etkilerin oldukça önemli boyutlara ulaştığı söylenebilir. Ancak Bizans kentleri hakkında edinilen bilgilerin sınırlı olması,incelenen dokunun hangi bölümlerinin bu uygarlık etkisinde oluştuğu konusunda bir fikir yürütmeyi güçleştirmektedir. Göçebe Türklerin buraya yerleşmesiyle başlayıp, Menteşeliler ve Osmanlılar ile devam eden islam dönemi, kendinden önceki izleri büyük ölçüde silmiştir. Bu yüzden oluşan sentezi tek tek orijinal parçalara ayırmak mümkün değildir.
KENTİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN OSMANLI YÖNETİM BİÇİMİ VE SOSYAL YAPISI (15. y.y. - 18.yy.)
Osmanlı imparatorluk felsefesi hakimiyet kurulan yerlerde güçlü bir merkeziyetçilik uygulayarak farklı etnik grupların uluslaşma sürecini geciktirecek nitelikteydi. Bu yüzden uluslar arası ayrıcalıklardan çok, her etnik grup içindeki sınıf farklılaşmalarından söz edilebilir. Müslüman toplumu içinde sınıfların hiyerarşisi şöyleydi:a) Vergi toplamayı kontrol eden askeri sınıf
b) İlmiye sınıfı
c) Tüccar ve zenaatkârlar
d) Köylü ya da reaya
Gayrimüslim nüfus esasta, tüccar, zenaatkâr ve köylü ağırlıklıydı. Devşirme usulü ile Hıristiyan kökenliler de birinci ve ikinci sınıfa yükselebiliyorlardı.
Osmanlı kentinin örgütlenme biriminin mahalle olduğu bilinmektedir. Genellikle Hıristiyan mahalleleri ve Müslüman mahalleleri birbirinden ayrı örgütlenmelerdi. Ama bu mahallelerde çeşitli sınıflardan insanlar birarada yaşamakta ve genel mimari bu farklılaşmayı çok belirgin olarak göstermemekte idi. Kentin büyümesine paralel olarak yeni mahallelerin oluşumu genellikle önceden kurulan cami, mescit veya tekkelerden oluşan bir çekirdek etrafında oluyordu.
Osmanlı kentlerinin batı kentlerinden en belirgin farkları, sadece erkeğin evin dışında sosyal hayata katılması ve bunun sonucu olarak da konutun kadının alanı olmasıdır. Diğer bir fark da,Osmanlı hukukunun mirasa izin vermemesi sonucu, genel doku içerisinde sivrilen özel yapıların pek ortaya çıkmamasıdır.
Evlerin mütevazi görünümlerinin yanısıra bir başka özellikleri de bir mimar tarafından tasarlanmamış olmalarıydı. Bu mimarsız mimaride kullanıcının tasarımda belli bir söz sahipliği vardır.Yapı, ustalar ve kalfalarca kullanıcıya danışılarak yapılırdı. Bu danışma sınırlıdır; çünkü bu tür anonim mimarlık yapılarının gerçekleşmesinde kalıplar oldukça dardır. Söz konusu olan ortak bir dilin kullanımıdır, eğer bu dil yiterse anlaşma ortamı da yok olabilir. Her yapı bir bakıma toplumun her bireyine bilgi iletmektedir. En önemli mesaj da aynı toplulukta yer aldıkları, aynı bütünü paylaştıklarıdır. İnsanlar arası ilişkilerin kararlı olduğu homojen toplumlarda yapı kişilerin kendilerini yansıtmalarında önemli bir araç değilken bireysellik toplumda egemen olmaya başlayınca, bir kendini duyurma aracı haline gelmektedir. Bu özellik aynı dönem Avrupa kentlerinde Osmanlı kentlerine kıyasla çok daha belirgindir.
18.YY.'A KADAR MUĞLA'DA TİCARET, TARIM VE ZENAAT
Osmanlı İmparatorluğunda üretimin merkezce denetlenmesinde dört kademe vardı. İstanbul'dan sonraki ikinci kademe 50.000 nüfus düzeyinde eyalet merkezleri, üçüncü kademe 10.000 nüfus dolaylarında sancak merkezleri, dördüncü 3-4.000 nüfus dolaylarında pazar merkezleri idi.Muğla, yukarıda sayılan yerleşme hiyerarşisinde üçüncü sırada yer alıyordu,tarihi boyunca hakim ticaret yollarının dışındaydı ve Anadolu'ya oldukça kapalıydı. Ekonomik ilişkilerin zaman içinde meydana getirdiği kervanyolu, İzmir ve Aydın'dan gelerek, Sekibaşı sokaklarından Muğla'ya girerdi. Hakim ulaşım aracı olan develerle kentin merkezindeki Kocahan ve Yağcılar Hanı'na gelinip, burada konaklanılırdı. Demirci, bakırcı, saraçlar, semerciler, vb. loncalarının bulunduğu arasta da buraya yakındı. Arastanın kuzeyinde ham deri işleyen tabakhaneler bulunurdu. Kervanyolu, Saburhane üzerinden Tavas'a devam ederdi. Bu bağlantı yeterli tarımsal üretimi olmayan Muğla'ya buğday sağlardı. 17.yüzyılın sonlarında ekimine başlanan tütün, el tezgâhlarında dokunan bezler, orman ürünleri ve Hamursuz Dağı'ndan çıkartılan kaliteli kireç, Muğla'nın belli başlı ürünleriydi.
TİCARETİN GELİŞMESİNE BAĞLI EKONOMİK DEĞİŞİMLER VE BUNLARIN KENT
ÖRGÜTLENMESİNE ETKİLERİ (18.-20.yy. başı)
16. yüzyıldan sonra Osmanlı üretim sisteminde önemli bir değişiklik olmadığı halde, ticaretin gelişmesi, bütün imparatorluk gibi Muğla'nın da dışa açılmasına ve büyük toplumsal değişimler geçirmesine neden oldu .Tavas'a giden kervan yolu Gökova limanına yöneldi. Buradan İstanköy, Rodos diğer Ege adaları ve Mısır'la deniz bağlantısı kurulup, dokuma, kereste, yağ, meşe palamudu gibi ham maddelerin dış satımına başlandı. (Bak. Harita 1)18. yüzyıl sonlarına doğru iyice artan sermaye birikimi, 16. yüzyıl klasik sınıf şemasını zorlamaya başladı. Eskiden esnaf ve zenaatkârlar eş değerliyken, şimdi denge ticaretle zenginleşenler lehine bozulmaya başlamıştı. Bu durum kent biçiminde de yansımasını buldu . Eskiden kentin ileri gelenlerinin evleri loncaların bulunduğu arasta civarındayken, buradaki üretim dış ticaret sonucu önemini yitirmeye başlayınca esnaflar arastanın batısında, Konakaltı'nda zengin evlerinin oluşturduğu yeni bir merkezde
toplandılar. Ana konaklama yerleri ise bu bölgedeki Konakaltı ve Hacılar Hanı oldu. (Bak. Harita 2)
16. yüzyılda imparatorluktaki ulusların içlerindeki sınıfsal farklılaşma benzer nitelikteydi. Örneğin; her milletin içinde birbirine yakın oranda ticaret kesimi vardı. Oysa 19. yüzyıla doğru gelişen ticaret Rum kesiminde tüccar sınıfının gelişmesini sağladı. Bu yüzden, oluşan yeni merkezin konutlarında iletişim sonucu Ege taş mimarisinin etkili olduğu söylenebilir.Bu ikinci merkezin kuzeydoğusunda bulunan ve öteden beri Rumların yaşadığı Saburhane mahallesindeki evler ise, büyük çoğunlukla malzeme, plan tipi, birbirlerine göre konumları açısından Türklerin oturduğu evlerden
daha özenle yapılmış olmalarının dışında fazla farklı değildirler.Diğer sınıflarda gelişmelerden büyük ölçüde etkileşmişlerdir. Sultana en yakın askeri sınıf otoritesini iyice yitirmiş, güçlenen ayanları ve kenti denetleyemez olmuştu. Tanzimat'la birlikte bu sınıf yenileştirilerek yetişmiş bir bürokrasi haline getirilmeye çalışıldı. Bu amaçla medreseler dışında yeni eğitim kurumları devreye girdi. 1871'de Muğla'da ilk belediye kurulup ilmiye sınıfının vakıflar ve eğitim kurumları üzerindeki etkisinin yeni bürokrasi tarafından kısıtlanması bu sınıfın gerilemesine neden oldu.
20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar bütün imparatorlukta, ekonomik gelişmelerin yarattığı sınıf ve etnik gruplar farklılaşması Türk ve Rum toplumlarını gittikçe birbirinden ayırmaya devam etti.Gene de imparatorluktaki büyük değişmelere karşın, statik bir yer olan Muğla'da bunun etkileri pek görülmemiştir. 1922'de Rumlar Muğla'yı terkedip, adalarla bağlantıyı sağlayan ticaret yolu tamamen kapanıncaya kadar iki toplum
bir arada yaşamayı başarmıştır. Bu son gelişmeyle Muğla yine üç yüzyıl öncesi gibi kendi içine kapanmıştır .
CUMHURİYET DÖNEMİNDE MUĞLA (1920-1950)
Eski Arastada bir ayakkabıcı |
1950'lere kadar yapı faaliyetleri sınırlı kalmıştır. Bu dönemde daha çok tarihi siti ortadan bölen ve arastanın yanından geçip güneye inen Karamuğla Deresinin kapatılması, yolların düzeltilip
asfaltlanması ve ağaçlandırma gibi belediye tarafından yürütülen faaliyetler göze çarpar.
1950'lerden sonra Muğla tarihinin en hızlı değişimine girmiştir. Gene de bu dönem bile, Türkiye'nin büyük şehirlerindeki büyüme hızı göz önüne alınırsa oldukça durağandır. Büyük sayılabilecek tesisler yerleşmenin güneyindeki kireç fabrikası ve Marsilya kiremidi üreten ufak bir kiremit fabrikasından ibarettir. Dışarıdan gelen teknoloji büyük ölçüde atölye sanayi düzeyinde kalmış, el zenaatları da sayıları gittikçe azalarak, ama basit niteliklerini çok değiştirmeden günümüze kadar gelmişlerdir. Yerleşmenin güneyindeki, Hamursuz Dağı'ndaki kireç ocaklarıda, yüzyıllardır süren etkinliklerini hızlandırarak devam etmişlerdir. Muğla gelişme endeksi olarak, 1960'lı yıllarda hazırlanan 15 yıllık kalkınma planına göre Doğu Anadolu kentlerinden bile düşük verilere sahiptir. Ekonomik değişimin
çok büyük olmamasına karşın, 1955'lerde 10.300 olan nüfus, 1975'de 24.178'e çıkmıştır.
Bir il merkezi olan Muğla'da bu yıllarda, yeni devlet dairelerinin yapılması, okulların ve diğer yeni hizmet faaliyetlerinin artması bu nüfus artışını da gerekli kılmıştır. Bu dönemde, diğer dönemlerle kıyaslanamayacak kadar çok yapı faaliyetine rastlanır . Kentin güneydoğusundaki sanayi mahallesi ve güneyindeki yerleşmeler, eski dokuyla çelişen (birbirine dik yollar, düzgün dikdörtgen parseller) biçiminde gelişmişlerdir. Tuğla yığma ve betonarme karkas sistemdeki yapılardan oluşan bu doku, eskiden tarım arazisi olarak kabul edilen ovada oluşmuştur. Tarihi sit engebeli bir arazide bulunması ve daha çok yayalar için düşünülen dar yolları yüzünden ulaşılması güç bir bölge olduğundan son yapı faaliyetlerinden çok fazla etkilenmemiştir. (Bak. Harita 4)
''Sergiyi izleyen kadınlar'' |
1960'lı yılların sonuna doğru turizm potansiyelinin artmasıyla kent ulaşım açısından bir kilit noktası haline gelmiştir ve bugün Muğla'ya gitmeden çok Muğla'dan geçme söz konusudur. Bodrum'a, Marmaris'e, Fethiye'ye gidenler Muğla'yı, içinden geçtikleri yeni doku, yolun arasından geçtiği apartmanlar olarak tanımaktadırlar. İlginç olan nokta, yeni dokuda yaşayanların ve dokunun çevrelediği tarihi sitte oturanların bu kadar küçük bir kentte bile hiç karşılaşmadan yaşayabilmeleridir. Muğla'da aynı
zaman dilimi içinde farklı zamanlara özgü ilişkiler yaşanabilmekte. Muğla'nın bugünkü durumundan, 18. yüzyıldan günümüze kadarki tüm Türkiye tarihi sokak sokak okunabilmektedir. İnsan ilişkileri nasıl değişmiş, yapı biçimi ve teknolojisi nasıl gelişmiş, doğu ile batı nasıl iç içe geçmiş, bugün bunları Muğla'da adım adım izlem e olanağı bulunabilir. Aynı anda 18.yy, 19.yy. ve 20.yy, yaşanabiliyor, ama yan yana değil iç içe.
Saraçlar |
acaba resimlerin kaynaklarını paylaşabilir misiniz?
YanıtlaSil