Muğla'nın adından, pek çok yazıda, ''az sayıda korunan kentlerimizden
biri'' diye bahsedilmekte.
Gerçekten de öyle. Kentteki sivil mimarlık
örneklerinin tescil edildiği ve kentsel SİT alanının belirlenerek koruma imar
planının uygulanmaya başlandığı 1978'lerden bu yana geçen yaklaşık on
yıl içinde, belediye yönetiminin korumaya olan saygısı ve kent halkının da
aynı saygıyı büyük ölçüde paylaşması sonucunda, Muğla bugün bir ''örnek'' olma durumuna geldi.
1978-1981 yılları arasında Belediye İmar Müdürlüğü görevini yürüten,
daha sonra da, bir yandan serbest olarak mesleğini sürdürürken, diğer yandan
da Muğla'daki koruma çalışmalarına aktif olarak katılan Oktay Ekinci,
''Yaşayan Muğla'' adlı kitabında, Muğla'yı ve koruma çalışmalarını yeterince
tanıtmıştı. Ancak, konunun bir başka ve ''önemli'' yanı kamuoyunda
pek bilinmiyordu.
Muğla'daki koruma çabaları da, -belediyenin olumlu
tutumuna rağmen- pek öyle 'güllük-gülistanlık' bir ortam içinde yürümüyordu. Ülkenin her yerinde olduğu gibi, burada da, özellikle yap-satçı
çevrelerden destek gören kesimler korumaya karşı çıkıyor ve zaman zaman
da sertleşen dozlarda, bu çabaların üzerine gidiyorlardı. Yani, Muğla'da
da, ''tarihi çevre ve mimari mirasın korunması'' için sürdürülen savaşım,
bir noktadan sonra gelip, ''ilerici düşünceyle, tutucu çevrelerin arasındaki'',
dünya görüşü farklılığından ve çıkar ilişkilerinden kaynaklanan tartışmalara
dayanıyordu.
Nitekim, son günlerde bu "tartışma" yeniden şiddetlendi. Muğla'daki
muhafazakâr çevrelerin yerel yayın organı olan Hamle gazetesi, tescili
bir eski yapıyı satın aldıktan sonra, bu yapıyı yıkıp, yerine yeni bir bina
inşa edebilmek için, ''tescilden düşürme'' isteğiyle Taşınmaz Kültür ve Tabiat
Varlıkları Kurulu'na başvurdu. Kurul, bu talebi önce kabul etti; fakat
daha sonra belediyenin yapı hakkındaki bilgileri kurula sunması üzerine,
kararından vazgeçerek, tescili kaldırmadı.
Bu gelişme üzerine, "Milliyetçi-Medeniyetçi" Hamle gazetesinde, sahibi
ve başyazarı Hüseyin Nizamoğlu'nun kaleminden, yeni çıkan yönetmeliklerde,
"belediyeden yetkilerin alındığına" değinen ve böylece de Muğla'da "sit olayının çözüldüğünü" savunan bir makale yayınlandı. Kentte,
korumaya -açık veya gizli- karşı çıkan gruplar, bu makaleye sarılarak,
"SİT'in kalktığını ve kâbusun sona erdiğini" yaymaya başladılar.
Dedikoduların "gerçek gibi sanılmaya başlanması" tehlikesi üzerine de,
bölgedeki demokratik çevrelerin yayın organı "Halkçı-Devrimci-Toplumcu"
İlk Adım gazetesinde, Oktay Ekinci'nin kaleminden bir "karşı makale"
yayınlandı. Böylece, "koruma" tartışması yeniden alevlendi ve karşılıklı
birkaç yazıyla sürdü.
Aşağıda, koruma için sürdürülen savaşımın, İstanbul'dan Muğla'ya kadar,
hemen her yerde, aynı zamanda "tutucu düşünceyle ilerici düşünce"
arasındaki bir savaşım olduğunu belgelemesi bakımından, Muğla'daki bu
ilk gazetede arka arkaya çıkan makaleleri MİMARLIK okurlarına sunuyoruz.
Konuya, "milliyetçi-medeniyetçi" çevrelerle, "halkçı-devrimci-toplumcu"
çevrelerin nasıl yaklaştıklarım göstermesi açısından ilgiyle karşılanacağını umarak...
Sit olayı çözüldü sayılır
Hüseyin Nizamoğlu
Günümüze kadar belediye başkanlarının adeta öç alma veya fırsatını
kollama, adam ayırt etme gibi tarafsızlıkla hiç ilgisi olmayan davranışlarından
çok şükür ki vatandaşlar kurtulmuştur.
10 Aralık 1987 gün ve 19660 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan yönetmelikte
belediyelerden hiç bahsedilmiyor. Valiler - Kaymakamlar yetkilidir.
Bu yönetmeliği çıkaranları Allah, Türk milletinin başından eksik etmesin
diyorum.
Hangi binalar sit sayılacaktır?
1-19. asırda inşa edilmiş olacak,
2- Korunması gerekli yerlerin içinde veya çevresinde ise (Eskihisar veya
Bodrum Müzesi gibi),
3- 20. yüzyılda yapıldığı halde, İstiklâl Savaşı sırasında kullanılmış tarihi
günlerin hatırasını taşıyan, Atatürk'ün ikamet ettiği veya Kuvayi Milliye
Karargâhı gibi,
4- Gene 20. yüzyıl yapısı olmasına rağmen, Osmanlı ve Selçuklu mimari
stilinde olanların dahi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce daha evvelden korunuyorsa,
eski eserler uzmanları ile vilâyeti temsil eden heyetlerin hem fikir
olması şartı ile korunmaya alınabiliyor.
5- Korunmaya alınan yerler bundan böyle sözle korunmayıp, imarı devamlı
yapılacaktır.
Yönetmelikte, kentsel sitler, arkeolojik sitler, tabii sitler olarak üç ana
bölümde mütalaa edilecektir.
Ayrıca tek yapılar olarak bahsi geçen bölümde ilk önce Vakıflar Genel
Müdürlüğü bir görüş getirecektir. Eski Eserler Genel Müdürlüğü'nü de ilgilendirmiyorsa
en yetkili makam valilik oluyor. Bir yer sit tescilli ise korunmasından
valilik veya ilçelerde kaymakamlık sorumludur. Aynı şekilde
eskiden sit olmuş ise, kaldırılması ve gerekenin yapılması valilik kanalı
ile yürütülecektir.
Yönetmeliği okuyunca, Muğla Belediyesi'nin hissiyatına dur denilmiştir.
Öyle bir hissiyat ki, benim binam sit değildir diyen ve bunu Eski Eserler
ve Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu kararı ile ispat eden kuruluşa üç ayrı
dava açılabilmiştir.
Biz diyoruz ki, makamlar baki değildir. Asıl olan yetki dışı kalınca nasıl
bir şahsiyet ortaya çıkacaktır, merak ediyoruz.
SİT olayı çözüldü sayılır
Oktay Ekinci
Bu yazımın başlığı, sayın Hüseyin Nizamoğlu'nun 23 Aralık 1987 günlü
HAMLE gazetesindeki makalesinin başlığı ile aynıdır. Çünkü, gerçekten de son yasal düzenlemelerle "sit olayı çözüldü sayılır". Ancak bu
"çözülme" sayın Nizamoğlu'nun dilediği yönde değil yani, Muğla'nın "yaşanılır bir kent olmasında" en önde gelen etmen olan ve tarihsel kişiliğini kimliğini
oluşturan geleneksel mimarlık ürünlerinin "artık" kolayca yıkılabileceği yönünde değil, tam tersine bu eşsiz zenginliğin korunmasında
nasıl bir yöntem izleneceği ve kimlerin, hangi kurumların yetkili ve sorumlu
olacağının berraklaşması yönündedir.
Açayım: Sayın Nizamoğlu makalesinde, 10 Aralık 1987 günü Resmî Gazete'de
yayımlanan yönetmelikten söz ederek, eski eser yapılar üzerinde bundan
böyle belediyelerin yerine "Valiliğin yetkili olduğunu" ileri sürmekte,
bundan hareketle de, "eskiden sit olan" yapıların "kaldırılması" ve "gerekenin
yapılması" (yani yıkılmalarının kolaylaştığım "ima " etmektedir.
Nitekim, bu yazıdan sonra şehirde, "sit kalkıyor" gibisinden birtakım da
dedikodular dolaşmıştır. Üzülerek duyduğuma göre bazı "mimar"lar da
bu dedikoduya katılarak, meslek onurlarını ve "varoluş nedenlerini" çiğ-
neme pahasına, kültür mirasımızın hızla yokolmasına neden olan düşünceyi
desteklemişlerdir. Üstelik, Mimar Sinan'ı ölümünün 400. yılında anmaya
hazırlandığımız şu günlerde.
Hemen belirtmeliyim ki, tarihi evlerimizin korunması konusunda -sayın
Nizamoğlu'nun umduğunun aksine- Valiliğin de en az Belediye kadar duyarlı
olduğuna ve olacağına inanıyorum. Çünkü, bu eserler, salt bu "beldenin"
değil tüm ulusumuza ait kültür mirasımızın birer parçalarıdır, bu
nedenle de sit alanlarına ve eski eser yapılara belediyeler sahip çıkmasalar
bile, devleti en üst düzeyde temsil edenler sahip çıkarlar ve belediyelere de
bu yönde uyarılar, hatta Kültür ve Turizm Müdürlükleri kanalıyla da denetlerler.
Sayın Nizamoğlu'nun, Muğla Belediyesi'nce korunması yönünde
gayret gösterilen yapıların yıkılabilmesi için, üzerlerindeki "eski eser"
kayıtlarının kaldırılmasında "yetkilerin valiliklere geçmesini"ni bir "çö-
züm" olarak göstermesi ve buna umut bağlaması şanssızlık olmuştur.
Kaldı ki, sözü edilen yönetmelik ve buna bağlı en son yasal düzenlemelerin
en önemli "yeniliği", yine sayın Nizamoğlu'nun savının tersine, BELEDİYELERİN
DE KORUMA KARARLARINA KATILMALARI'dır.
Eskiden, Anıtlar Yüksek Kurulu'nda, korumaya yönelik alınan kararları
uygulamakla yükümlü olan kurumlar temsil edilmezlerdi. Yeni yasa ile olu-
şan "Kültür ve Tabiat Varlıklarım Koruma Kurulları"nda ise; (ilgili genelge
maddesini aynen alıyorum) "GÖRÜŞÜLECEK KONU BELEDİYE
SINIRLARI İÇİNDEYSE BELEDİYE BAŞKANI VEYA TEKNİK TEMSİLCİSİ,
DIŞINDA İSE İLGİLİ VALİLİKÇE SEÇİLECEK TEKNİK
TEMSİLCİ" görev alacaklardır. Yani artık, yerel yönetimler, salt "karara
körü körüne uyan" değil, "karara katılan" ve dolayısıyla kararları
"inanarak" uygulayan kurumlar olmuşlardır. Daha açığı, belediye eskiden
"yetki dışında" iken, bugün artık tam bir sorumluluk yükü altında
yetkili kılınmıştır.
Sayın Nizamoğlu'nun makalesi bilimsel olarak da yanlışlıklar içeriyor.
Örneğin "hangi yapılar sit sayılacaktır" derken, bir yapının "sit " olamayacağım,
ancak "eski eser" ya da "tescil edilmiş sivil mimarlık örneği bina"
olabileceğini, çünkü "sit" kelimesinin "birçok yapıdan oluşan bir yerleşme"
anlamına geldiğini, kökünün antik dönemlerdeki "site"lere (yani "kent" -
lere) dayandığını, yasalarda da korumaya alman bir yapıya değil, bir bölgeye
"sit " denildiğini bilemediğimde sergilemiş oluyor. Bilmemesi doğaldır.
Çünkü kendisi mimar ya da bu konuda yetkin bir uzman değildir. Ancak
"doğal olmayan" başında "milliyetçi-medeniyetçi" yazan bir gazetemizde,
ulusal kültürümüzün yaşayan örnekleri olan eski eser binaların korunmasına
karşı böylesine bir tepkinin gösterilmiş olmasıdır. Oysa ki bir
ülkenin uygarlık (medeniyet) düzeyi, tarihsel-doğal ve kültürel değerlerine
karşı gösterdiği saygıyla da ölçülür. Politikada, gerçekleri irdelemek yerine,
"şanlı tarihimize" dört elle sarılmak, buna karşılık uygulamada, kişisel
kazançlar uğruna tarihi değerleri yok etmek üzere çaba göstermek, hangisinde
"içten olunduğu" konusunda insanı haklı bir şüpheye götürmektedir.
Muğla Kentsel Sit Alanı'nın ve bu alan içinde özgün karakterleriyle yer
alarak tarihsel dokuyu tamamlayan eski eser yapıların korunabilmeleri yö-
nünden çabalarımızı sürdüreceğiz. Son yasal düzenlemelerle, bu çabaları-
mızda izlenmesi gereken yol ve yöntemlerin neler olabileceği konusunda
bugüne dek belirsiz kalmış bazı noktalar da "çözümlenmiştir". Konunun
önemine ve ayrıntılarına gelecek yazılarımda tekrar değineceğim. Ancak,
bitirmeden. 20/6/1987 günü Bodrum'da yapılan Yüksek Kurul toplantı-
sında alınan Muğla ile ilgili 3371 sayılı kararı, "sit kalkıyor" dedikodusunu
yayanların dikkatlerine sunmak istiyorum. Bu son toplantıda; "...Anıtlar
Kurulu'nun kararı ile onaylanan Koruma amaçlı imar planlı hükümlerinin
geçerli olduğuna... kentsel sınırlarının devamına... 189 adet taşınmazın korunmalarının
devamına ayrıca bunlara ek olarak 6 adet yapının daha tescil
edilmelerine... (ve yine eski duruma ek olarak) Saburhane meydanımn KORUNACAK
MEYDAN olarak tesciline..." gibi kararlar verilmiştir.
Kurulun aynı kararında yer alan son bir madde ise şöyledir: "...tescil
kaydı kaldırılan 344 ada 7 ve 8 parsellerde bulunan taşınmazın yeniden incelenmesine..."
Bu, "yeniden incelenmesine karar verilen" taşınmazın sahibi, "kurulun,
kararını gözden geçirmesine neden olacak kadar " değerli bir yapıya sahip
olmasından ötürü ne kadar övünse azdır. Elbette ki "milliyetçiliğinde" içten ise...
Nasıl bir "YENİ"?
Oktay Ekinci
Dostlar soruyorlar:
-SİT alanını bu kadar çok savunmak, bir noktadan sonra ''yeni''ye karşı çıkmak, yani, ilerlemeyi, çağdaşlaşmayı reddetmek olmuyor mu? "
"Kırmamak" için devamını söylemiyorlar ama aslında sorulan şu oluyor:
— "Gericilik olmuyor mu? "
Soruyu tartışmadan önce, Sabahattin Kudret Aksal'in BİR SABAH
UYANMAK adlı şiirinden bir bölümü birlikte okuyalım:
Bir sabah ellerin cebinde çık evinden
Ceketin iskemleye asılı kalsın
Bekleyedursun dostun
Kahvede
Bugünlük vazgeç
öyle dolaş çiçek kokan sokaklarında
Güzel şehrinin
(...)
Özellikle son iki satırda "çiçek kokan sokaklar" ve "güzel şehir" deyince,
yaşadığımız kentin nereleri gözlerimizin önüne geliyor?
Eski evlerin bulunduğu sokaklar, mahalleler... değil mi?
Beyaz badanalı tertemiz duvarların üzerinden sarkan asmalar, sizi dostlukla
karşılayan kuzulu kapılar, perdeleri özenle bağlanmış küçük, sevimli
pencereler, hem evi, hem de sokakta yürüyenleri bir ana gibi sarıp, sarmalayan,
koruyan geniş ahşap saçaklar çağrıştırmıyor mu bu şiir? Yoksa, genzimizi
yakan isli havasıyla, her an üzerimize hızla yaklaşan otomobilleriyle,
gökyüzünü görebilmemiz için boynumuzu kırarcasına başımızı yukarı-
ya kaldırtan tek düze apartmanlarıyla "yeni ve modern" mahalleler mi?
Genel bir yaklaşım içinde, elbette ki, "yeni " dururken "eski"ye sarılmak
tutuculuktur. Ancak; "yeni" , eğer "eskinin" güzelliklerini, insana
değer veren özelliklerini alıp DAHA İLERİ BlR DÜZEYE getirebilmişse,
gerçekten "yeni " olur ve ilerlemenin bir göstergesi kabul edilir. Ama, bugünkü
pek çok örnekte gördüğümüz gibi, "daha yaşanılır bir çevre" yerine,
insanı kendine "yabancılaştıran" ve eskisinden daha sağlıksız bir ortamda
barınmaya mahkûm eden bir uygulama var ise, bunu "yenidir" diye
mutlaka kabullenmek, "ilerlemeyi" değil, tersine "gerilemeyi" hoş görmek
demektir. Çünkü, İLERİCİLİK ile GERİCİLİĞİN EN TEMEL ÖL-
ÇÜTÜ "İNSANA, TOPLUMA OLAN SAYGI"dır. İnsan onuruna yakışır
bir yaşamın koşullarını yaratmaktır.
Sit alanı, bu anlamda, geçmişteki bu saygınm ve bu onurun bir ürünü
olarak doğmuştur. Çünkü sit alanını, "tek amaçları kâr olanlar" değil, tek
amaçları "yerleşik bir düzen içinde yaşamak isteyenler" kurmuşlardır.
Bu "temel " nedenden ötürü de, sit alanındaki yapılar, kullanıcının öz
kültürüne ve alışkanlıklarına göre biçimlenmişlerdir. "Daha pahalı satılma,
öncelikle para kazandırma" hedefine göre değil. Aynı şekilde, sokaklar,
meydancıklar, arastalar da "şehirlilerin" ortaklaşa yararlanabilecekleri
şekil ve ölçülerde ortaya çıkmış, komşuluk ilişkileri "mahalleli dayanışması"
içinde sürmüştür. Bugün bile, sit alanındaki bir sokağın iki ayrı
başındaki evler arasında "komşuluk" kurumu hâlâ yaşamaktadır. Oysa
ki "modern mahalleler de" , aynı apartmanda oturup, hiç görüşmeyen, dahası
selamlaşmayan bir dolu insan bulunmaktadır.
Kuşkusuz, bundan ötürü şöyle bir sonuca da ulaşmamak gerekir; " o halde,
yeni kurulan mahalleler de aynen eskisi gibi yapılsın, evler de eskisi gibi
olsan..." Bu "nostaljik" (geçmişe özlem duyan) mantık da, insanı "fes
giyilsin, şalvar giyilsin, yerde oturup yemek yensin, haremlik-selamlık olsun..
" gibi gerçekten gerici bir tutuma itebilir. Bu noktada önemli olan,
günümüzün çarpık ve çıkarcı kentleşmesine alternatif olarak salt "dünü "
ve "geçmişi" görmek değil, kültür mirasımızın -yinelemiş oluyorum- İNSANA VE TOPLUMA DEĞER VEREN ÖZELLİKLERİNİ ALIP, bu yö-
nünün yaşatılmasıyla daha çağdaş ve bugünün gereksinmelerine de cevap
verecek ç#?ıjmlemelere ulaşılmasıdır. Yani, güncel deyimiyle, "geçmişten
ders almak"tır. Geçmişi taklit etmek değil.
Bir sabah (veya bizim yaptığımız gibi gece), evinizden çıkın, sit alanındaki
sokaklarda şöyle bir dolaşın, hak vereceksiniz.
Hangi yapı
ve hangi belediye
Hüseyin Nizamoğlu
13 Ocak -1987- tarihli llkadım'da benim yazıma cevap niteliğinde sayın mimar
Oktay Ekinci'nin yazısı çıktı. Benim yazımın da, onun yazısı-
nın da başlığı aynı. SİT OLAYI ÇÖZÜLDÜ SAYILIR.
Evvela şunu belirtmeliyim ki, sayın Ekinci, yayımlanan yönetmelikteki
hükümleri kendi inanana göre yorumlamaktadır. Muğla'mızda bir SİT alanı
vardır. Ayrıca, korunması gereken binalar da mevcuttur. Ancak, bir zamanlar
SİT damgası haksız yere vurulan birçok binanın da SİT durumları
kaldırılacaktır. Buna ne sayın Ekinci'nin ne de belediye başkamnın gücü
yetmeyecektir. Çünkü bazı binalar var ki benzeri eş, dost, akraba binaları
SİT dışı bırakılmıştır. Bu kadar hissi ve bilinçsiz ellere düşen bu işlem elbette
bozulacaktır.
Türk büyüklerinin portrelerini mahzenlerde çürümeye terk eden fikir,
nasıl oluyor da milliyetçilik ile tarihin bir bölümünü korumayı denk tutuyorlar?
Gazi Osman Paşa Marşı'nı, 27 Mayıs türküsü haline getiren zihniyet mi
bizim muazzam tarihimizi koruyacak?
Saburhane meydam ile şaraphaneyi dillerine dolayıp kaldılar. Türk ve
Müslüman geleneklerinde mezar taşları gibi meydanları mı var? Yoksa şarap
içme veya üretme geleneğimiz mi var?
Korumaya alınan semtteki, Muğla dili ile gavur yapıları mı bizim tarihimizdir?
Saburhane Camisi vakıflar tarafından korumaya alınması gerekir.
Hemen onun yanındaki milli ve dini törenlerin yapıldığı meydan nasıl olur
da antik mezarlık olur?
Bir festival düzenleniyor, Muğla bacası mimari özelliği bakımından amblem
olarak kabul ediliyor. Çok yerindedir. Çünkü o baca ki, tarihimizi simgeler.
Ama diğer birçok ilave ve işgüzarlık çok bilmişlerin işi değil de nedir?
Yeni yönetmelikte vali yetkilidir diyorum. Sayın Ekinci ise Belediye yetkilidir
demiyor da, müşterek sorumludur diyor, öyle olduğunu kabul etsek
bile, bu komisyona vali orada iken Belediye Reisi başkan olur mu? Başka
türlü sorulabilir. Vali mi, Belediye Başkanını görevden alabilir, yoksa tersi
mi olur?
Görüldüğü gibi bu iş bitmiştir. Tarihi olanları hep birlikte koruyacağız,
eğer değilse de en kısa yoldan vatandaşın yakasını bırakacağız efendim.
Bizim binaya gelince, sayın Oktay Ekinci, Bodrum'daki Anıtlar Kurulu
kararını bize hatırlatıyor. Bizim bina için yeniden incelenecek denilmiştir
diyerek eğer milliyetçiliğinizde samimi iseniz diyor, böyle bir binaya sahip
olduğunuz için şanslısınız diyor.
Bizim bina, tarihi olduğu için değil, birilerinin inadına şinıHüik kurban
seçildi. Ama eğer mimari tarif veya adı geçen korunması gereken binalar
hep böyle ise size mimar diplomasını verenlere ne demeli bilmem ki?
Mimarlar Odası'nın seçimi yapılmıştır. Şu anda kimlerin seçildiğini bilmiyorum.
Eğer sakallıların elinde kalacaksa batsın bu ülke iyi mi?
Ben Milliyetçiyim, tarihime sadıkım. Amma gavur yapılarına ille de benim
diyemem, tarihim ile hiçir ilgisi olmayan, atalarımın mimarisi ile de
hiç ilgisi olmayan yapılara sahip çıkamam. Çünkü inançlarıma terstir.
ODTÜ'ne ve Bölge
Kurulu'na teşekkürler
Oktay Ekinci
Postacı ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanlığı'nın mektubunu getirdiği
sırada, 22 Ocak tarihli HAMLE'yi okuyordum. Sayın Nizamoğlu, yeni
aldıkları evin, "korunması gerekli bir kültür varlığı olmasından ötürü övünmeleri gerektiğini" söylememe oldukça içerlemiş olacak ki "eleştiri sınırlarını
aşan" cümleler kullanmıştı. Örneğin, şöyle diyordu:
"...Korunması gereken binalar hep böyle ise size mimar diploması verenlere
ne demeli bilmem ki?"
Düşündüm. Tekrar bir yanıt vermeli mi? Yoksa, artık değerlendirmeyi
okuyuculara mı bırakmalı? Nizamoğlu bu sözü ile, salt bize değil, aynı zamanda
Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu'ndaki profesörlere,
doçentlere ve diğer uzmanlara da "diploma verenlere" dil uzattığının farkında
mıydı? Çünkü, binasına "eski eserdir" kaydını koyan biz değildik,
kurul üyeleriydi. Dahası Anıtlar Yüksek Kurulu'nda, "bize diploma verenlerd
e bulunuyordu... Nizamoğlu, binasını yıkamadı diye bilim ve kültü-
re göstermesi gereken saygıyı nasıl da bir kenara bırakmıştı.
İşte "Türkiye gerçeği"!..
istanbul'da nasılsa Muğla'da da aym gerçek yaşanıyor.
Bir bilim yuvamız, mimari mirasımızın korunması yönündeki çabaları-
mızdan ötürü, "jürilerine katılmaya" çağırarak bizleri onurlandırıyor, beri
yanda ise, bir "milliyetçi" gazetenin "Muğlalı" başyazarı, bu çabaları-
mızdan rahatsız olup, "bize diploma verenlere" söylenecek kadar hırçınlaşabiliyordu.
Böylece de, tarihsel ve doğal çevrelerimizin hızla yok edilmesinden
hangi çevrelerin sorumlu olduğu da açıkça ortaya çıkıyordu. Sözde
"tarihe saygılı" olan, ama, iş çıkarlarına gelip dayandığında, bilime ve diplomalara
saldırmaktan bir an bile geri durmayan çevrelerdi bunlar.
ODTÜ'nün çağrısı, Nizamoğlu'na yeterli bir yanıttı. En iyisi O'nu HAMLE
okuyucularıyla baş başa bırakıp, koşarak ODTÜ'ne gitmek ve "koruma
nöbetini bizlerden devralacak olan" öğrencilerin Muğla'yı daha iyi tanımalarına
yardımcı olmaktı. Öyle yaptık. Ankara'nın yolunu tuttuk.
* * *
ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nin stüdyo salonundayız. Dört duvarı boydan
boya Muğla projeleri işgal etmiş. Geçtiğimiz Ekim ayında gelerek bir
hafta süreyle SİT alanında araştırma yapan öğrenciler, yaklaşık üç aylık
geceli-gündüzlü çalışmalarıyla ortaya çıkardıkları çizimleri haklı bir gururla
sergiliyorlar. İşte Şeyh Camii sokak 2% ve 30 parseldeki "Hacı Hamzalar"
evi.
Kuzulu kapısı, hayatı, verendası, sofası, baş odası, havuzu, saçakları,
bacaları, tavan süslemeleri, oymalı kapıları, dolapları, elmalıkları, ocakları
ve hatta "deve damı " ile bir anıt gibi ODTÜ'de başköşeye kurulmuş.
Kendisini sayanlar ve koruyanlara teşekkür ediyor.
İşte "dibektaşı bölgesi". SİT alanının Tüccar Hoca Mescidi ile İskender
Çıkmazı arasında kalan kesimi. Evleri, sokakları, avluları ve hatta bu bölgede
yaşayanların gelir durumları, yaş ortalamaları, kiracı ya da ev sahibi
olmaları, işleri, meslekleri ve tüm özellikleri ile akademik araştırmanın merceği
altına alınmış. Bu bölgede, "bizi çıkar çevrelerinin yıkımlarından koruyun"
dercesine kendini bilimin kucağına emanet etmiş.
Öğrenciler, iki gün boyunca, SİT bölgesinin ve mimarlık mirasımızın en
değerli örnekleri olan evlerin nasıl korunacağını konu alan projelerini anlattılar.
Biz de, Muğla'mn koşulları içerisinde, bu projelerin, nasıl gerçek-
çi olabileceğini onlara anlattık. Deneyimlerimizi aktardık. Hocalarının "genel"
yaklaşımlarına, Muğla'ya has "özel " durumları ekledik. Ve sonuçta,
iki gün boyunca "yıkıcı düşüncelere karşı" Muğla'mn korunmasında ne
gibi önlemler alınabileceğini tartıştık, öğrenciler ise, gerek hocalarından,
gerekse bizden "geçer not " aldılar. Aslında, çalışma bölgesi olarak Muğ-
la'yı seçmelerinden ötürü, daha başlangıçta bizden "geçer not " almışlardı
bile...
* * *
Muğla'yı ODTÜ duvarlarında bırakıp döndüğümüzde, Taşınmaz Kültür
ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu üyeleri de Muğla'ya gelmişlerdi. SİT
Alanının ve Karabağlar'ın daha etkili olarak nasıl korunabileceği konusunda,
"yerinde inceleme yapmayı" ve gündemlerindeki Muğla konularım belediye
ile görüşüp "yerinde" bakarak karara bağlamayı uygun görmüşlerdi.
Bu, yeni yasayla oluşan kurulun henüz 2. toplantısıydı. Bir hafta önceki
ilk toplantıda Muğla konuları öne alınmış, ikinci buluşmada ise Muğ-
la'ya gelinmeye karar verilmişti.
Ankara yorgunluğunu atmadan, kurul üyeleriyle de Muğla'daki mimari
zenginliğin ve SİT'in korunması ile ilgili sorunları görüştük. Çabalarımızı
aktardık, destek verecekleri konuları belirledik. Sonuçta, onlar da, bu tarihi
kentin "sahipsiz olmadığım" bir kez daha gördüler ve içleri rahat ederek
İzmir'e döndüler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder