Evlerinin bacalarına kadar temiz ve beyaz Muğla işte o Mabolla'nın eteğinde kurulmuştur. İl merkezi Muğla tatilciler için daha çok Türkiye'nin önde gelen turizm merkezi ilçelerine gidilip gelinirken ''içinden geçilen'' ama bir gün olsun yaşanılası bir yerdir.
Muğla'ya Halikarnas Balıkçısı'nın ''Mavi Yolu'' dışında, Halikarnas'tan yola çakıp, sonra İasos, Labranda, Milasos'u (Milas), Pagan kültüründe önemli yere sahip olan ve Anadolu'nun en büyük (bereket) tanrıçası Kibele kadar öneme sahip tanrıça Hekate'nin memleketi Lagina'yı, Mısır Kralı Seleukos'un eşi Stratonikeia ile ilk eşinden oğlu Antiochos arasında ölümüne aşkın yaşandığı dünyanın ilk ve en büyük mermer şehri olmanın yanında Karya'nın Gladyatörler Şehri olarak anılan Stratonikeia'yı (Yatağan) keşfederek de ulaşabilirsiniz.
Muğla’ya gelmeden önce Akyaka ile birlikte “Yavaş Şehir” olmaya aday Bozüyük Beldesi’ne uğrayıp, ulu çınarlar altında akan suya kurulmuş masada paçalarınızı sıvayıp, yemek yemeyi sakın ihmal etmeyin. Akyaka’da olduğu gibi burada da cennete geldiğiniz duygusuna kapılırsınız…
İster Cleopatra ile Marcus Antonius’un aşk yaşadığı sulardan geçip Akyaka azmaklarında soluklanarak; ister Stratonikeia ile Antiochos’un ölümüne aşk yaşadığı mermer kentten geçip Bozüyük Pınarbaşı’nda soluklanarak gelmiş olun, soluğu Osmanlı döneminde Rumlarla Türklerin birlikte yaşadıkları Saburhane Meydanı’nda alın. Buradan çıkın beyaz yolculuğa…
Meydandaki kahvelerden birinde zencefilli Türk kahvesi yudumlarken, Kleopatra’yı, Stratonikeia’yı kıskandırırcasına yaşanan Dönme Dudu aşkını; Marmaris’in Çetibeli Köyü`nde değirmencilikle uğraşan bir Rum ailenin kızı Stella'nın Yusuf adında bir yörük delikanlısına nasıl âşık olup evlendiğini, Mübadele’de Yunanistan’a gitmeyip, Muğla’da kalarak Muğlalıların nasıl “Dudu anası” olduğunu yaşlılardan dinleyin.
Bütün bunlar yorar insanı…
Muğla'nın tarihi hanları, hamamları ve camileri de ünlüdür. 1334 yılında Menteşe beyi İbrahim Bey tarafından Ulu Cami'nin vakfiyesi olarak yaptırılan tarihi Vakıflar Hamamı'nda kendinizi tellağın ellerine bırakın. Bütün kirlerinizi, ölü derilerinizi, yorgunluğunuzu burada bıkarak, Muğla'da geceleyin.
Yatmadan önce dünyanın ilk esnaf dayanışma teşkilatı olan Ahiliğin izlerini taşıyan Arasta'ya dalın. Semercisiyle, kunduracısıyla, berberiyle, demircisiyle, bakırcısıyla, esnaf lokantalarıyla, meydandaki şadırvanıyla tarihi Arasta, 20. yüzyıl başında donmuş gibidir…
Karnınız acıktıysa, esnaf lokantalarından birine girin. Döş dolması, keşkek gibi yöresel yemeklere rastlarsanız menüde, mutlaka tadın. Kavurmalı Muğla böreği, tükürük köftesi veya saç böreği de yiyebilirsiniz. Yemekten sonra Helvacı Tahsin'e uğrayın. Yöreye has tahin helvasının, tahininin ve çıtırmak tatlısının tadına bakın. Hiç olmadı bir pastaneye dalın, Muğla'nın Saraylı tatlısı ile kendinize keyif yaşatın…
İsterseniz günü eski kent dokusu içinde bir meyhanede, Muğlalı çalgıcıların müziği eşliğinde yudumlanan rakı ile noktalayabilirsiniz.
Nerede konaklarsanız konaklayın, sabah erken kalkıp, yeni güne Arasta'da bir kebapçıda ''Merhaba'' deyin. Eğer akşamdan kaldıysanız, başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz sulu kebap ayılmanıza yardımcı olur.
Kebapçıdan çıkıp, bugün halen çalan çanı ve çalışan saati ile Muğla'nın anıtlarından olan tarihi Saatli Kule'nin önünden esnafı selamlayarak Konakaltı Meydanı’na yürüyün. Meydanda karşılaşacağınız tarihi yapıları; bu gün belediye olan Adliye Sarayı’nı, kütüphane olan Jandarma Karakolu’nu, müze olan Cezaevi’ni ve kültür merkezi olan Konakaltı Hanı’nı gezerken kendinizi bir film platosunda sanabilirsiniz…
Müzede, Stratonikeia ve Lagina’dan gelen tarihi eserlerin ve “Gladyatörler sergilemesinin” yanında, Muğla’nın Özlüce Köyü Kaklıcatepe Kazılarında ortaya çıkan 5-9 milyon yıl önce yaşamış hayvan ve bitkilere ait fosillerin sergilendiği Turolian Parkı gezerken Dinazorlar Dünyasına yolculuğa gidip, etnografya bölümünde Muğla’nın giyim kuşam ve kullanım eşyaları arasında yakın zamana geliverirsiniz…
Sonra kaybolma endişesi duymadan, Mabolla antik kenti kalıntılarının bulunduğu Muğla’nın masa dağı (Hisar) Asar’ın bacalarına kadar beyaz evlerinin dar sokaklarına vurun kendinizi. Tarihi Muğla evlerinin arasında dolaşın ve tepeye kadar çıkın. Fotoğraf makinenizi yanınıza almayı unutmayın. Çünkü her köşeyi döndüğünüzde deklanşöre basmanızı gerektirecek bir kare çıkacaktır karşınıza. Evlerin bacaları dikkatinizi çekecek. Kiremitten şapkalı bacalar Muğla evlerinin simgesi sayılır. Özgün Muğla evlerinin yüksek duvarlarla sokaktan koparılmış avlularına iki kanatlı ahşap kuzulu kapılardan izin alınıp girilir. Belki bir Muğlalı sizi evine davet eder… Birbirini rahatsız etmeden, manzarasını kapatmadan yükselen evlerden birinde 40 yıllık dost gibi ağırlanırsınız.
Tepeye vardığınızda, sizi 1800’lü yılların Mevlevi Tekkesi Şahidi Camii karşılar. Burada soluklanıp, Saburhane Meydanı’na inmek kolaydır, benzeri bu gün Yunanistan’da olan Asaryani Kilisesi’nin ev olarak kullanılan kalıntıları ile Muğla mimarisinin tek üç katlı yapısı Papazın Evini geçip, Apostol’un Hanı’ndan sola dönersiniz. Rumlardan kalma ve Muğlalıların “Zalihe ananın hamamı” dedikleri Andon’un Hamamı ile karşılaşırsınız. Çalışmıyor, ama koruma altında. Hamamın bulunduğu dar sokakta omuz omuza vermiş duran Rum Mimarisinin taş yapılarının hepsinin birer Rum Meyhanesi olduğunu hayal edin…
Geçmişin hayallerini kurup, her an Dudu Ana, Yusuf, Apastol veya Andon bir köşeden karşınıza çıkıverecekmiş gibi yürürken Değirmen Deresi’ndesiniz. Derenin küçük bir şelale yaparak göllendiği noktaya yapacağınız bir saatlik bir yürüyüş güzergâhı üzerinde tarihi Kilise ve Rum Kız Mektebi kalıntısını, Değirmendere’nin doğal güzelliklerini izleme şansı bulursunuz. Sıcak yaz günlerinde mayonuzu almayı unutmayın.
Yorucu yürüyüşün ödülü şelalenin göletine dalıp serinlemek olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder