Şehirler, coğrafi ve siyasi konumlarının sağladığı imkânlar çerçevesinde ekonomik açıdan gelişirlerken, aynı zamanda kültür bakımından da zenginleşirler. Siyasi manada şehirler ne kadar gelişirlerse, aynı doğrultuda kültürel gelişmeler olur. Osmanlı toplumunda ilk kültür dairesi İznik ve Bursa şehirlerinde oluşmuş, buradan diğer şehirlere yayılmıştır. İstanbul'un fethine kadar Osmanlı Devleti'nin önemli kültür merkezleri Edirne, Gelibolu, Serez, Vardar Yenicesi, Üsküp, Manastır, Filibe, Selanik, Belgrat, Prizren ve Priştine gibi Rumeli coğrafyasında yer alan şehirlerdi.
İstanbul'un fethinden sonra, Anadolu'da Konya, Diyarbakır, Kastamonu, Bağdat, Amasya, Kütahya, Antep, Manisa, Bolu, Isparta, Aydın, Erzurum, Kayseri gibi şehirler birer kültür merkezi haline dönüşmeye başlamıştır. Osmanlı kültürünü besleyen asıl ana unsur hep İstanbul olmuş fakat kültür yansımaları daha sonra buradan taşraya taşmıştır. İstanbul'dan taşraya akan kültür yansımalarında şairlerin payı çok büyük olmuştur. Bu çalışmada Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük bir medeniyet merkezi haline gelmesinde büyük payı bulunan şehir şairlerinin ortaya çıkarılması gerektiği bakış açısından hareketle, Osmanlı döneminde Menteşe sınırları içerisinde yer almış olan Muğla'daki şairler ve onların nasıl bir kültür zinciri oluşturdukları incelenmeye çalışılmıştır.
Osmanlı coğrafyası sınırları içerisinde yer alan, Menteşe Beyliğine bağlı olan Muğla vilayeti, en meşhuru Şahidi olmak üzere, pek çok şaire sahip bir kültür merkezidir. Malumdur ki, yüzyıllardır klasik edebiyat geleneğimiz içinde şairlerin nereli oldukları hususuna büyük bir titizlik gösterilmiştir. Şuara tezkirelerinde şehir, şairin doğduğu yer anlamına gelir. Şairin kültürel kimliğini kazandığı yöreler, bu manada tezkire yazarına bir şey ifade etmez. Şuara tezkiresi yazarları, şairin asıl adı, görevi, sanatı, eserleri, akrabalık ilişkileri gibi ayrıntılar içinde en çok şairin nereli olduğuna önem verirler. Tezkire yazarları, birbirlerinin başka alanlardaki eksik ya da yanlışlarını hoşgörü ile karşılamış olmalarına rağmen, şairin memleketine yönelik bilgi yanlışlıklarını bağışlamamışlardır.
Şairlerin hangi şehirden olduğuna büyük bir önem veren tezkire yazarları, içinde bulunulan coğrafyanın şahsiyet, şahsiyetin de coğrafya üzerindeki tesirini göstermektedirler. Bu doğrultuda Lamartine ''Memleketler biraz da insanlardır'' der. Yaşanılan her coğrafya bölge bölge, hatta şehir şehir incelenerek şehir, şair, kültür ve medeniyet ilişkilerinin ortaya konulması kimliğimizin geçmişini ortaya koyacaktır.
Sehi Beğ'in Heşt Behişt, Latifi'nin Tezkire-i Şuara, Aşık Çelebi'nin Meşairü'ş Şuara, Hasan Çelebi'nin Tezkiretü'ş-Şuara, Riyazi'nin Riyazü'ş Şuara,Esrar Dede'nin Tezkire-i Şuara-yı Mevleviyye, Bursalı Mehmet Tahir’in Osmanlı Müellifleri adlı tezkirelerinde, Muğlalı şairlerin altısı mevcuttur. Bu altı şairin üçü Mevlevidir. Bunlar da dahil olmak üzere tespit edilen on yedi şair, medrese, tekke veya tasavvuf terbiyesi almış kişilerdir. Bunlara aşağıda değinilecektir. Tezkirelerin birkaç istisna ile hepsinin İstanbul'da yazılmasından dolayı, taşrada yetişen şairlerin bu eserlere kaydedilememiş olması, göz önünde bulundurulmalı ve bunlardan başka kaynaklarda da, taşra şairlerine ait kayıtların bulunabileceği ve hatta biyografik eserlere alınmayan şairlerin bile bulunabileceği ihtimali de düşünülmelidir.
Muğlalı şairleri: şiirleri bulunan şairler, şiiri bulunmayıp şair oldukları bilinen kişiler, mezar taşı ve kitabelerdeki manzumelerde mahlasına rastlanan şairler olmak üzere üç başlık altında verdik.
ŞİİRLERİ BULUNAN ŞAİRLER
Bali, Hüdayi Salih, Şahidi, Şuhudi, Hacı Mehmet Emin Zekai, Serii, Gubari, Hüsameddin, Rahimi, Mehmet Nuri, Yusuf Ziyaettin ve Hafız Mehmet Esat.
Bali (15. asır)
Muğlalı olduğu bilinen şairin hayatı hakkında tezkirelerde bilgi verilmemiştir. Hikemi tarzda yazdığı, Bahr-i Nasayih isimli mensur-manzum karışık eseriyle bilinmektedir. Yetmiş beş varaktan ibaret olan eser (İ.Ü. Ktp. Ty., No 2303), Fatih'in sancak beylerinden Mahmud Bey'e sunulmuştur. Aşağıdaki manzume onun Bahr-ı Nasayih adlı eserinden örnektir:
''Diledi şark u garbın padişahı
Bile ilümüzün halin kemahi
Buyurdı bir özi vü sözi makbul
Ola bu didüğüm maniye meşgul
Kıla teftiş mülk-i Menteşa'yı
İde tahrir her yohsul u bayı
Bilürdi bigüman şah-ı cihandar
Emanet hıfzına oldur sezavar''
Hüdai Salih (1383 - 1480)
Asıl adı Salih olan Hudayi Dede, Muğla'da doğdu. Dönemin bilginlerinden birinin oğlu olup, Mevlevi şeyhi Şahidi İbrahim Dede'nin (ö. 1550) babasıdır. Esrar Dede, Tezkiresi'nde, Hudayi'nin babasının adının bilinmemesine karşın, onun Rumeli savaşlarına katılan arif, alim bir zat olduğunu kaydeder. Ayrıca, Hudayi'nin babasının Hicaz seferinden dönerken, Mısır civarına yakın kafir köyünden bir kızla evlendiğini ve bu evlilikten Hudayi'nin doğduğunu bildirir. Küçük yaşta babası tarafından Seyyit Kemal'in manevi terbiyesine ve hizmetine verilmiş olan Hudayi Mevlevi olup, ondan dini ve ledünni ilimleri tahsil etti. Hudayi, Mevlevi olduktan sonra Irak ve İran'a gidip, ilim tahsil etti, din büyüklerinin sohbetlerinde bulundu.
Uzun seyahatlerde bulunduktan sonra İstanbul'a gidip, Fatih Sultan Mehmed (1432-1481)'in meclislerine katıldı. Bu sohbetler esnasında Hudayi Salih Dede, padişah Fatih Sultan Mehmed'e Muğla'da Seyyid Kemaleddin Dede'nin gömülü olduğunu ve bu türbenin kendisine Mevlevi zaviyesi olarak ihsan edilmesini talep etti. Böylece, Muğla Mevlevi Zaviyesi, Hüdayi Salih Dede'nin himmetiyle 1470'li, yıllarda kurulmuş oldu. Hudayi Dede, ömrünün kalan kısmını burada halkı irşat ederek ve risaleler yazarak geçirdi. Muğla Mevlevihanesi'nin ilk şeyhi olarak, burada yaşı 90'ın üzerinde iken, vefat etti. Muğla'da Seyyid Kemaleddin'in ayak ucuna gömüldü. Mezarı bugün, Muğla Şahidi Camisi'nin yanındaki türbededir.
Hudayi Dede'nin kaynaklarda bulunan şiirlerinde, aruzu düzgün kullanması, dile hakimiyeti, ustaca söyleyişi, onun güçlü bir şair olduğunun kanıtıdır. Şiirdeki arifane kabiliyetini gösteren aşağıda yer alan gazeli,Mevleviler arasında meşhurdu.
''Ey dil istersen eğer kamil ola noksanun
Sikkesi altına gir Hazret-i Mevlana'nun
Hak-i dergahını iksir bil ol şahun kim
Gıll u gıştan arınup halis ola imanun
Sıdk ile salik olan silk-i Celalü'd-din'e
Şüphesiz vasıl olur rahmetine Rahmanun
Mesnevi'den işiden mağz-ı kelamu'llahı
Bilür esrarını künhiyle kamu eşyanun
Nay parmağ ile yol gösterüp irşad eyler
Neydüğin sırr-ı sema'ın bize ol sultanun
Virseler bir kavline zerre kadar meyletmez
Kaf'dan Kaf'a değin saltanatın dünyanun
Şevk-ı şems ile Hudayi göğe çıksa n'ola suz
Zerre-i hak-i rehisin kamu dervişanun.''
Hüdai Salih, mutasavvıf bir şair olduğundan şiirlerinde tasavvufi görüşlere çok yer vermiştir. Aşağıdaki şiir, onun tasavvufi tarzda söylemiş olduğu bir kıta örneğidir:
''Aşka baglandı gönül benden çeküp el neyleyim
Benden çün razı olur bendinden azad olmasın
Sormazam esrar-ı aşkun müşkilünden zahide
Çünki şakird olmamış bu fende üstad olmasın''
Şahidi (1470 – 1550)
Şahidi'nin asıl adı 'İbrahim' olup, Muğla'da doğdu. İlk olarak babası Hudayi'den eğitim alan Şahidi, İstanbul Fatih Medresesi ve Bursa Yıldırım Han Medresesi'nde ilim tahsil etti. İlim öğreniminden sonra, Muğla'da Şeyh Bedreddin'e intisap etti ve ondan tefsir öğrendi. Sonra Denizli Mevlevi şeyhi Fani Dede (ö.1504)'ye bağlandı ve Mevlana soyundan Paşa Çelebi'ye mürit oldu. Bir süre sonra, kendi isteği ile Sultan Divani (ö. 1530)'ye bağlandı. Onu asıl Mevleviliğe bağlayan Sultan Divani oldu. Sultan Divani'nin vefatından sonra, Muğla'ya gelerek, babasının tekkesine şeyh oldu ve vefatına kadar bu görevde kaldı. Mevlevi büyüklerinden dikkati çeken bir zat olan Şuhudi, 40 yılı aşkın Muğla Mevlevihanesi'nde şeyhlik yaptı.
Şahidi'nin 2 oğlu vardır. Hüsameddin adındaki oğlu, Farsça kaideleri bildiren manzum Tuhfe-i Hüsami'si ile tanındı. Şahidi, Şuhudi adındaki diğer oğlunu, şeyhi Sultan Divani'ye götürdü. Her yıl Afyon'a gidip, şeyhinin türbesini ziyaret etti. 1550 yılında yine Afyon'a şeyhini ziyaret için gittiği bir sırada, burada vefat etti ve şeyhinin yanına gömüldü. Şahidi'nin Afyon'daki mezarı Sultan Divani'nin ön tarafında ve Abapuş-ı Veli'nin sırasında İlyas Çelebi'nin sağ tarafında idi. Sonradan buraya Sultan Divani soyundan Baki Çelebi gömülmüştür. Şahidi'nin şu manzumesinin;
''Gedayem Şahidi-i Mevleviyemyazılı olduğu mezar taşı ya Afyon'daki mezarın tasfiyesinden sonra Muğla'ya getirilmiş ya da Şahidi'ye hürmeten Muğla'da hazırlanmıştır.
Diyar-ı Menteşe'de Muğlaviyem
Bihamdillah ki merd-i maneviyem
Ki gavvas-ı bihar-ı Mesnevi'yem
Şahidi'ye her kim iderse dua
İde mahşerde şefaat Mustafa
Merhum u mağfur u Rabbü'l-Gafur
Hasbetenli'llah Şahidi ruhuna fatiha''
Aşık Çelebi'ye göre, mahlasını davada yaptığı şahitlik üzerine alan, mevleviyane, aşıkane şiirleri olan Şahidi Dede, Farsça ve Türkçe eserler vermiştir. Şahidi'nin, Türkçe, Farsça divanları vardır. Şahidi'nin Türkçe Divan'ında, 2 kaside, 1 terciibent, 3 muhammes, 2 tahmis, 1 müstezad, 84 gazel, 4 kıta, 1 rübai, 7 beyit ve hece vezniyle yazdığı 1 şiiri vardır. Esrar Dede ve Semahane-i Edeb'de Farsça mürettep Divan'ının olduğu kayıtlıdır. Şahidi hakkında çalışmaları olan Mustafa Çıpan ve Numan Külekçi onun Farsça Divanının herhangi bir nüshasının tespit edilemediğini, böyle bir eserinin varlığının kesinleşmediğini ifade ederler.
Şahidi'nin 1536 yılında yazdığı Gülşen-i Vahdet adlı kitabı, 457 beyitlik Türkçe tasavvufi bir eserdir. Bu kitapta tasavvuf sembollerle anlatılmıştır.
Şahidi Dede, 1544 yılında yazmış olduğu Gülşen-i Tevhid adlı Farsça eserinde, Mesnevi'nin her cildinden seçtiği 100'er beyti, 5'er beyitle şerh etmiştir. Yani şair, seçtiği 600 beyti üç bin beyitle şerh etmiş olup, bu eser Mesnevi'den 600, Şahidi'nin kendisi tarafından da üç bin beyit yazılarak meydana getirilmiştir. Eser, Mesnevi vezninde ve Mesnevi tarzındadır. Bu kitapta, Yusuf Sineçak (ö. 1546)'ın Cezire-i Mesnevisi'nin tesiri görülür. Gülşen-i Esrar, Farsça olarak yazılmış, babasının, kendisinin ve şeyhi Mehmet Çelebi (ö. 1530)'nin hayatı ve Mevleviliğin bazı hususiyetlerinin anlatıldığı bir eserdir. Ancak Şahidi Dede'nin bu eseri kayıptır. Eserde Afyon, Bursa, Kütahya, Denizli ve bu illerin insanları hakkında bilgiler vardır.
Tuhfe-i Şahidi, Farsça'dan Türkçe'ye manzum lügattır ve Şahidi tarafından 1515 tarihinde kaleme alınmıştır. Büyük bir şöhrete sahip olan bu lügate, Sünbülzade Vehbi (ö. 1809) başta olmak üzere, pek çok kişi nazire ve şerh yazmıştır. 452 beyitten oluşan bu sözlükte, 1400 kelimenin Türkçe karşılıkları, hatta bazen de Arapça karşılıkları verilmiştir. Tezkiresi'ne, bu manzum lügatten örnekler kaydeden Aşık Çelebi'ye göre Tuhfe-i Şahidi, devrinde çok meşhur olmuş, herkes tarafından okunmuştur.
Farsça olarak kaleme aldığı Gülistan Şerhi, Şeyh Sadi'nin eseri Gülistan'a yazılmış şerhtir. Sohbetname, Arapça olarak yazılmıştır ve mürşit ile mürid arasındaki sohbet adabını anlatır.
Şahidi, Divan'ından, Tuhfe-i Şahidi ve Gülşen-i Tevhid adlı eserlerinden anlaşıldığı üzere, usta bir şairdir. Şiirlerinde şairin aruzu düzgün kullanması, dile hakimiyeti, divan şiirinin kelime, mazmun ve hayal dünyasını yansıtması, Farsça'ya vukufu iyiydi. Divan'ında Mevlevilik unsurlarının ustaca yansıtıldığı mevleviyane şiirleri bulunan şairin, arif bir zat ve usta bir şair olduğunda bütün kaynaklar birleşirler. Aşağıdaki gazel onundur:
''Mesnevi'dür daima vird-i zeban-ı Mevlevi
Def ü nay ile sema vü raks-ı şan-ı Mevlevi
Mülk-i ışkun Mevlevi sultanıdur tac u külah
Pes neden oldı işaret taylesan-ı Mevlevi
Mevlevi hurşid-i la-şarki vü la-garbi-durur
Guyiya huffaşlardur münkiran-ı Mevlevi
Halk muşan Mevleviler bülbülan-ı bag-ı ışk
Guş-ı muşa kande irer ah ü figan-ı Mevlevi
Mevlevi şeh-bazı arşidür şikarı kebk-i Kuds
Kulle-i kuh-ı hüviyyet aşiyan-ı Mevlevi
İy mariz-i cehl ü gaflet gel gel istersen cevab
Derdüne şerbet-dürür şaki beyan-ı Mevlevi
Virme dil kevn ü mekana ol la-mekan bi-nişan
Şahidi çün la-mekan oldı mekan-ı Mevlevi''
Şuhudi (? - 1591)
Şahidi'nin oğlu olan Şuhudi, babasına hizmet etmiş ve ilk tahsilini ondan görmüştür. Onunla birlikte Afyon'a Sultan Divani (ö. 1530)'ye gitti ve orada 40 gün kaldı. Babasının vefatından sonra 43 yıl Muğla Mevlevihanesi'nde şeyhlik yaptı. Şuhudi Dede'nin mezarı, Sakıb Dede'nin de Tezkiresi'nde belirttiği gibi, Muğla'da Mevlevi Zaviyesi'nin kurulmasına vesile olan Seyyid Kemaleddin Efendi (ö. 1430?)'nin ayak ucundadır. Bu kabirler bugün Muğla Şahidi Camisinde bulunmaktadır.
Ali Enver Tezkiresi'nde, Şuhudi Dede'nin hal ve olgunluk bakımından babası Şahidi'ye benzediğini, aralarındaki farkın yalnızca isimlerindeki gibi çok az olduğuna dikkat çeker. Esrar Dede, Şahidi'nin, Gülşen-i İrfan adlı eserini, oğlu Şuhudi'ye hitaben yazdığını belirtir. Ancak Şahidi hakkında çalışmaları olan Mustafa Çıpan ve Numan Külekçi bu eserin herhangi bir nüshasını tespit edemediklerini bildirirler.
Mutasavvıf bir şair olduğu bilinen Şuhudi Dede, şiirlerini daha çok tasavvufi fikirlerini yaymak için kullandı. Tezkirelerde yer alan aşıkane ve rindane şiirlerinde, şairin aruza ve dile hakim olduğu görülür. Şiirlerinde genellikle tasavvufi görüşlerini anlatmıştır. Aşağıdaki aşıkane-rindane şiir ona aittir:
''Dehan-ı fikr-i dilde gonce-i gülzarı canumdur
Hayal-i serv-kaddün haylinden hatır-nişanumdur
Firak-ı la'l-i nabunla bela bezminde ey saki
Demadem eşk-i gülgunum şerab-ı ergavanumdur''
Gubari (18.asır)
Muğla civarında Ula kasabasından olan Gubari, kadılar sınıfındandır. Aşağıdaki aşıkane-rindane beyitler onun şiirine örnektir:
''Zerrece bulmayu ben sende nişan-ı deheni
Gonca dil-teng olup çak ider uş pireheni
Gül-ruhun şevkıyle lale şehid oldu meger
K'ol ciger-i suhtenin kana boyandı kefeni''
Serii Hasan Çelebi (? – 1607)
Mustafa Efendi'den mülazım olmuştur. Bu mahlası yazı yazmadaki sürati neticesinde almıştır. 1607 yılında vefat etmiş ve İstanbul'da Edirnekapı civarına defnolunmuştur. Aşıkane-rindane şiirleriyle meşhurdur. Şairin divanı elde bulunmamakta, sadece tezkirelerde aşağıdaki beyitleri yer almaktadır:Fakr-ı Cem'de görinen tac sanurlar amma
Öpdi başına kodı camı sunuldukda ana
Basmaz yire ayagın degül üstine habab
Çıkarupdur ayagı üzre kabarcuk mey-i nab
Gören ol mah-veşün camesin alaca sanur
Bunı bilmez güneşe baksa göz alacalanur
Kanlu dagum göz göz oldı buse ihsan it disem
Penbe yapışdur gözüne dir gülüp ol gonce-fem
Ne mümkindir benümle ey sanem hem-hane olmak sen
Meger bir sen kalasın deyr-i alemde hemnn bir ben
Ne dem çeksem artar gözümün cilası
Şarab aldı guya koruk tutiyası (İsen, 1990).
Hüsameddin (? – 1617)
Şahidi'nin oğludur. Babası ve kardeşi gibi mutasavvıf bir şair olan Hüsameddin, şiiri tasavvufi görüşlerini ifade etmek için kullanmıştır. 1585 yılında yazdığı Tuhfe-i Hüsami'nin bir nüshası Ankara Milli Kütüphane'dedir (Yz. Res. A (A) 4884 /1). Hüsameddin hakkında sahip olduğumuz en sağlam bilgilerden birisi de, onun vefatından on yıl sonra 1626 yılında dostları tarafından Ula ilçesinde yaptırılan türbesini kapısının üzerindeki kitabede bulunan şu mısralardır:Bina-yı arş-ı iştibaha sarf-i malile
Ehibba etdiler Hamza Efendi hazretin tayin
Mükâfatın ide Firdevs-i A'la'da Mevla
Civar-ı hazret-i sultan-ı Kevneyn ile hur-i iyn
Muhakkak kutb-i 'alem gavs-i azamdı asrında
Aceb mi aşiyan-ı murg-ı ruhı olsa 'illiyyin
Edüb bir savt hatifden didi tarihçun Kesbi
Yapıldı Türbe Halen oldı asude Husameddin''
Rahimi (1796 – 1863)
Mehmet Zekai Efendi'nin babasıdır. Şiir yazmada yeteneklidir. Mezarı Muğla'da Eski Şehir Mezarlığı'ndadır. Muğla Kurşunlu Camisi'nin 1853 yılında tamirine bir tarih söylemiştir. Bu tarihin son beyti aşağıdadır:''Rahimi tarihin remz et bu nev-tamir-i zibanın
Ne dilber eyledi Hamdi bu ziba cami'i tamir''
Yusuf Ziyaeddin (d. 1836 – ö. 1909)
Koca Mustafa Efendi'nin oğludur. Ulema sınıfından Hacı Ömer ve Hacı Veliyüddin Efendi'lerden icazet almıştır. Mevlevi olup, şairlikte ustadır. Bir hayli şiiri bulunmakta ve hiciv yazmada mahareti ile tanınmaktadır. Pek çok kitabe ve mezar taşında manzumesi bulunmaktadır.
Mehmet Nuri (1845 – 1911)
Muğla müftüsü Mehmet Saadeddin Efendi'nin oğludur. Muğla Nüfus Müdürlüğü'nden istifa ederek, ailesi ile birlikte Muğla Yatağan'daki Ahi Köy, Kavruk Çiftliği'nde ziraatle meşgul olmuştur. Şiir yazmadaki mahareti, ifadelerindeki inceliği ile dikkat çekmiş olup, pek çok manzum eseri bulunmaktadır. Aşağıdaki beyit onundur:Geldi güller güldü yüzler gül gibi
Neş'e verdi miri Asım mül gibi
Bu beyti Nuri Efendi, Muğla Köyceğizli Asım Bey'e yazdığı mektubun baş tarafına koymuştur. Ayrıca pek çok kabir taşında manzumeleri bulunmaktadır. Basılmamış, kendi el yazısıyla yazmış olduğu manzum eserleri bulunmaktadır.
Hafız Mehmet Esad (1887 – 1918)
Muğlalı Ali Rıza Efendi'nin oğludur. Şiirlerinde güzel manalar olan Hafız Mehmet Esad, musiki ilminde de yeteneklidir. Muğla'daki mevlitlerde "Vefatü'n-Nebi" ve "Vefat-ı Amine" manzumeleri okumuştur. Vefatü'n-Nebi'nin baş kısmı şöyledir:Ey bu gün dünya ile mağrur olan
Gafil en sonra ölüm vardır uyan
Div-i mevtin pençesinden ademe
Kurtuluş kabil değil bak aleme
Zehr-i mevti ol tabib-i sermedi
Nazlı Peygamber bile nuş eyledi
Vefat-ı Amine'nin baş kısmı şu şekilde başlar:
Bildiler ki doğdu bedr-i Mustafa
Cümle 'alem nur ile buldu safa
Doğdu anda o hurşid-i kerem
Bastığı demde şu dünyaya kadem
Ümmetini istedi Hak’tan heman
Titredi dehşetle etraf-ı cihan
Hafız Mehmet Esad Efendi'nin Vefatü'n-Nebi ve Vefat-ı Amine'den başka, Muğla Tarihçesi ve muhtelif konulara dair piyesleri vardır.
Hacı Mehmet Zekai (1849 – 1932)
Muğla Kurşunlu Cami Medresesi müderrisi Hacı Mehmet Rahimi'nin oğludur. 1878 yılında Saadettin Efendi'den icazet alarak, uzun zaman Kurşunlu Cami Medresesi müderrisliğinde bulunmuştur. 1904 yılında Muğla Müftülüğüne tayin edilmiş, 1913'de yaş haddinden emekli olmuştur. 1915 yılında tekrar müftülüğe tayin edilmişse de, ihtiyarlığı sebebiyle görevinden ayrılmıştır. Bu aradamesnevihanlık da yapan Mehmet Zekai Efendi, Arapça ve Farsça’ya hakimdi. Bazı şiirlerinde "Emin", bazılarında "Zekai" mahlasını kullanmıştır. "İthafü'l-Ahlaf fi Tefsiri Sureti'l-Kaf" isimli Arapça yazılmış tasavvufi ve felsefi bir tefsiri, manzum Mevlidü'n-Nebi'si, Divan'ı, mantık ve kelam ilmi ile ilgili notları, medh ve hicv olarak söylenmiş birçok beyitleri vardır. Bu eserler basılmamıştır. Mezarı Muğla'da Eski Şehir Mezarlığı'ndadır. Aşıkane-rindane tarzda yazılan "Ey bülbül" redifli şu gazel onundur:
Bülbüle Hitap
Nedir şeydaca derdli derdli bu efganın ey bülbül
Acep bir gonce-i terruya mı nalanın ey bülbül
Safif-i nale-i dil-suz ile gülzarı ağlattın
Sirişkinden suvarmak mı güle cevlanın ey bülbül
Şeb-i yeldayı hasretle dimağın telhkam elbet
Visal-i fecr için mi her seher elhanın ey bülbül
Neva-yi ateşinin gülde tesir m'eylemez yoksa
Çeker mi kendini naze gül-i handanın ey bülbül
Senin de kendi halince bilinmez dertlerin varmış
Derun-ı derd-nakin için nedir dermanın ey bülbül
Hezaran işvesiyle gonceler hande eder ahın
Kesilmez yine etraf-i güle devranın ey bülbül
Rubab-ı nevhadar-var bu huruş-ı dil-hıraşında
Bugün bir gülşen-i rana senin külhanın ey bülbül
Sen ağlarsın gül için gülyağın ağyar sarfeyler
Firak-ı yar ile her an bu mudur şanın ey bülbül
Zekai-var meclub-ı gül ü mül olduğun zahir
Bu envar-ı taaşşuk ile meftur canın ey bülbül
ŞİİRİ BULUNMAYIP ŞAİR OLDUKLARI BİLİNEN KİŞİLER
Hızır Şah, Musannifek Bekir, Hacı Hamzaoğlu Mehmet, Ali Murtaza ve İbrahim Edhem.Hızır Şah Abdüllatifoğlu (d. ? – ö. 1449)
İsminin sonunda 'Menteşevi' denilmekle beraber, bugün Muğla'nın Datça ilçesinin Hızır Şah köyünde doğmuştur. Balat (bugünkü Milet ve civarı) kadısı Mevlana Abdüllatif'in oğludur. On beş yıl Mısır'da tahsil görmüştür. Derviş Mehmet adında bir oğlu vardır. Hızır Şah'ın, Metni Tecrid'e şerhi, Şerh-i Mevakıf'a ve Telvih'e talikatı ve Mollazade'ye haşiyesi vardır. (Eroğlu, 1937;Özcan, 1989).
Musannifek Bekir (d.? – öl. ?)
Muğla Kavaklıdere'ye bağlı, Mevsele köyünden Ahmet Efendi'nin oğludur. Zamanının okur-yazar kesimindendir. Kaside-i Bürde ve hocası Mahmut Efendi'nin beyan ilmine ait "Alaka" adlı eserine 1736 yıllarında yazdığı matbu şerhi vardır. (Eroğlu, 1937).Hacı Hamzaoğlu Mehmet (? – 1865)
İstanbul'da Vidinli Mustafa Efendi'den icazet alarak, Muğla'da müderrislik yapmıştır. Oğluna nasihatlerini manzum olarak dile getirdiği, manzum bir eseri vardır. 1865'te vefat etmiş olup, Kurşunlu Cami yanındaki mezarlığa defnedilmişse de, buradaki mezarlar nakledildiğinden şimdilik mezar yeri belli değildir. (Eroğlu, 1937).Ali Murtaza (1839 – 1900)
Anadolu'nun çeşitli yerlerinde ve Muğla'da kadılık yapmıştır. Nesir ve şiirle meşgul olmuştur. Ebüssena Mahmut'un ilm-i hadisten telif eseri, "Kitabü'l-Mutemed Muhtasarı Müsned-i Ebu Hanife"yi Türkçe'ye tercüme etmiştir. (Eroğlu, 1937).İbrahim Edhem (1842 – 1940)
Kurşunlu Cami Medresesi'nde, müderris Hacı Mehmet Rahimi'nin oğlu, müftü Mehmet Emin Zekai Efendi'nin öğrencisidir. Yine Muğla Medresesinde mantık, fıkıh ve hat dersleri vermiştir. Şiirleri, kendi el yazısıyla yazdığı icazetnameleri ve kitabeleri ile meşhur olmuştur. Şiirleri, oğulları Ali ve Osman Efendi'lerde bulunmaktadır. (Eroğlu, 1937).MEZARTAŞI VE KİTABELERDEKİ MANZUMELERDE MAHLASINA RASTLANAN ŞAİRLER
Mezar taşı ve kitabelerdeki manzumelerde mahlasına rastlanan şairler: Yusuf Ziyaeddin Efendi, Rahimi, Süreyya, Kesbi, Nazmi, Raşid, Kameti, Faiz, Tahir, Kırımi, Ragıb, Safvet, Nuri.Şairlikleri konusunda elde bilgi bulunmamakla beraber, Muğla'da mezartaşı ve kitabelerde manzumeleri bulunan şairlerdir. Bunlardan Nazmi, Raşid ve Kırımi'nin şiirleri, Bodrum Kalesi'ndeki mezar taşı ve kitabelerde; Safvet’in şiiri, Marmaris Sarıana Türbesi'nde; Kesbi'nin şiirleri Ula'da Hüsameddin Efendi Türbesi'nde; Tahir'in şiiri, Muğla Karabağlar Yaylası Keyf Oturağı Camisi’nde; Faiz'in şiiri, Muğla Ulu Cami sol taraf kitabesinde; Ragıb'ın şiiri, Muğla Şeyh Cami sol taraf kitabesinde; Kameti'nin şiiri Selimiye Aziz Ağalar Camisi’nde; Nuri’nin şiiri Eski Şehir Mezarlığı’nda bulunmaktadır
***
Osmanlı nüfuzunun başladığı 1390 yıllarından itibaren, daha önce yörede hakim unsur olan Menteşe Beyliği'nin de yerleştiği kültürel geleneğin takipçisi faaliyetler, yörenin tarihi-kültürel zenginliğini oluşturmuştur. Bunlardan, edebi geleneğin yöredeki varlığının temelinde tasavvufi hareketliliğin yattığı görülmüştür. Özellikle Şahidi gibi Mevlevi geleneğinde de önemli bir yeri olan bir şahsiyetin merkez olduğu edebi faaliyetler, yörenin edebiyat kültürünün son derece verimli olmasını sağlamıştır. Yöreye hakim olan Mevlevi kültürünün ve bu doğrultuda yazılan tasavvufi şiirlerin yanı sıra aşıkane-rindane şiirler söyleyen şairler de yetişmiştir. Sonuç olarak; 15. yüzyıldan 20. yüzyılın ortasına kadar, 29 şairin yetiştiği Muğla ve yöresinde, merkezden uzaklığına rağmen, kayda değer edebi eserler verilmiştir.
KAYNAKÇA
• Namık Açıkgöz, Muğla Yöresi Mezartaşı ve Kitabeleri, Osmanlı'nın 700. Yılında Muğla Sempozyumu, 1999, 6-7 Mayıs, sözlü• Namık Açıkgöz. (2002), Muğla'da Eski Yazı Akrostişli Bir Mezar Taşı Şiiri, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Muğla, s.8
• Namık Açıkgöz. (1982). Riyazi Muhammed Efendi, Riyazü'ş-Şu'ara, AÜ, DTCF.
• Beytur, M. B. (1967). Gülşen-i Tevhid (Tercüme), İstanbul
• Çıpan, M. (1986). Muğlalı Şahidi Dede, Hayatı-Şahsiyeti-Eserleri, Konya
• Ergun, S. N. Türk Şairleri, Tarihsiz, C.2.
• Zekai Eroğlu, Muğla Tarihi, İzmir, 1937
• Genç, İ. (2000). Esrar Dede Tezkire-i Şu'ara-yı Mevleviyye, AKM Yay., Ankara
• Meredith-Owens, G.M. (1971). Aşık Çelebi, Meşairü'ş-Şu'ara, London
• Ali Rıza Hakses, Muğla ve Menteşe Büyükleri, basılmamış, (1940-1941), s.42
• Husrevan, Muhammed Hüseyin / Rıza Eşref-zade, Gülşen-i Tevhid, Meşhed (1372 / 1993).
• Hüseyin, E. (1998), Ulalı Hüsameddin Efendi, Gurerü'l-Kavaid, İzmir
• İsen, M. Latifi Tezkiresi, Ankara, 1999 Latifi, Tezkire-i Şu'ara , İstanbul (1314)
• İsen, M. (1997). “Osmanlılarda Şehir ve Kültür”, Ötelerden Bir Ses, Ankara
• İsen, M. (1990). Sehi, Heşt-Behişt, Ankara
• İsen, M. (1989). "Şairler ve Şehirler", Milli Eğitim Dergisi, Ankara, s.88.
• Kutluk, İ. (1989). Kınalı-zade Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-Şu'ara, Ankara, C.1.
• Numan Külekçi, Gülşen-i Vahdet, Ankara, 1996
• Özcan, A. (1989). Mecdi Mehmet Efendi, Hadaiku'ş-Şakaik, İstanbul C.1.
• Şimşekler, N. (1998). Şahidi İbrahim Dede'nin Gülşen-i Esrar'ı, (Tenkidli Metin-Tahlil), Basılmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya XVII+177.
• Tahir, B. M. (1972). Osmanlı Müellifleri, İstanbul, , C.2
• Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, C.1
Alıntı
Nilgün Açık Önkaş
Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Bahar 2011, Sayı 26
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder