Yerel gazetelerin birinde, birkaç ay evvel, bir köşe yazısı okudum. Yazıda; Muğla’ya 16 yy.da suyu ilk getiren Şemseddin efendinin yanı sıra, Değirmen dere suyunu şehre taşıyan Şemsi Ananın çabalarından ve bugünkü mezarından söz ediliyordu…”Şems”Arapça bir isim olup anlamı: (Güneş), ”Şemsî” ise yine Arapça ve (Güneşle ilgili) bir sıfat…
Şemsi Ana’ya bu ismi koyan ailenin; kadirşinas, insan ve insana yapılan hizmetle ilgili değer yargıları yüksek ve o zamanın düzeyli kişilerinden oluştuğunu düşünüyorum…
Bunun için, yazılanlara istinaden şehrin muhtelif mahallerinde 20 kişiyle konuştum ve sordum: (Şemsi Ana kimdir?)
Çok çeşitli yanıtlar aldım…Bir yurttaş:”Ben, Muğla’lı değilim tanımıyorum” derken, diğer bir genç:”Muğla’lı olduğunu, ancak yaşlıları tanımadığını ama anne ve babasının mutlaka tanıyabileceğini”söyledi…
Bir başka Muğlalı genç ise: “ GALİBA TANIYORUM! Ayakkabıcının karşısındaki yere oturur, gelip geçenden para ister” dediğinde (Muğla ağzıyla) “Tüh sene gılıgsız tamışa!…” diyesim geldi…
Yurttaşlarımızdan dokuzu soruya doğru yanıt verirken,diğer Muğla kökenlilerin “Şemsi Ana”ismini ilk kez duyması beni şaşırtmadı!…
Gazetedeki yazının can alıcı pragrafında ise; gelişen şehrin sokakları yeniden düzenlenirken, yolun “Şemsi Ana”nın kabrine dayandığı,bu sırada dozeri kullanan operatörün korku ve tedirginlik nedeniyle zabıta amirine ne yapacağını sorduğu, aldığı yanıtın: “…sür dozeri yık mezarı …”şeklinde tezahür ettiği ,zabıta amiri bu emri verdikten hemen sonra, mezara baktığı ve tam bu sırada boynunun tutulduğu bu nedenle adının “Boynu eğri” olarak kaldığı açıklanmaktaydı….
Önce şu hususu belirtmek isterim! Şemsi ananın bulunduğu dar sokaklar bu güne kadar dozer görmemiştir bu bir. Çok iyi hatırlamamakla birlikte, belediyenin eski yıllardaki araç parkında dozer yoktu iki ve sokakla öpüşen konut mülkiyet sınırları eski olup, bugün bile değiştirilmemiştir bu da üç…
Yazıda “Boynu eğri” olarak söz edilen memurun adı: Muhammet, soyadı: Kahvecioğlu’dur. Ve zabıta kadrosunda görev yapmış kazan dibi yerli Muğla yurttaşıdır. Boynunun tutulması ve o haliyle kalmasının ise çok ayrı bir nedeni vardır!..
Eskiden, şehrin mezbahası yayladaki “Vakıflar”mevkiindeyken, kesilen hayvanlar her sabah zabıta denetiminden geçtikten sonra, atların çektiği kapalı araba ve zabıta refakâtinde şehre getirilip kasaplara dağıtılırdı…
Bir seferinde, zabıta Muhammet Kahvecioğlunun yaptığı denetim sonunda, şehre hareket eden araba yolda giderken, hayvanların ürkmesi sonucu kaza geçirir ve devrilir. Aynı arabayla şehre dönen ve arabadan düşen Kahvecioğlunun boynu, tekerlek altında kalır… Kazadan hemen sonra hastaneye intikal ettirilen zabıta, rahatsızlığın önemine binaen tedavi için daha sonra İstanbul’a götürülür…
İstanbuldaki tedavi süreci devam ederken, memleket hasretinden ötürü bir ara İstanbul’dan Muğla’ya gelen Kahvecioğlu, birkaç gün sonra arkadaşlarıyla sohbet için yaylaya gider. Yaylada otururken; o yıllarda Muğla yerli yurttaşının yakınen tanıdığı, asıl mesleği semercilik olan ama elinin; kırık çıkık, burkulma gibi durumlarda yetkin olduğu bilinen kişi, Muhammet Kahvecioğlu’na: “Rahatsızlığını tedavi edebileceğini, bu nedenle işe masajla başlamak istediğini” söyleyince, Kahvecioğlu tanıdığı bu şahsın teklifine; belki çare olabilir düşüncesiyle peki der…
Masajla başlatılan ve uzun süre ovuşturulan boyun sonunda uygulamadan bir yarar görmez; görmediği gibi sürdürülen tıbbi tedaviyi de akamete uğratır ve boynun yeniden yana dönük şekilde tutulmasına neden olur ki, bir daha düzelmez …Öyle kalır…
İşte:”…sür dozeri yık mezarı.” demek suretiyle; Şemsi Ana’nın hışmına uğradığı ve bu nedenle boynu tutulduğu hikâye edilen zabıta Muhammet Kahvecioğlu’nun rahatsızlığının gerçek nedeni budur…Bugün yaşasaydı gelişen tıp teknolôjisi, rahatsızlığı tedavi edip,boynun eski şekline dönüşmesini gerçekleştirirdi…
[Bedri Özer, Muğla Yenigün Gazetesi, 12 Kasım 2012]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder