KENTLERİMİZE SALDIRIYORLAR!
Bireysel karamsarlıklarımız çoğu kez “kendimize ait durumların ve hallerin” ifadesi olabilir. Ancak toplumsal bir tablodan söz etmeye başladığımızda modem dünyanın bize dayanak olarak sunduğu veriler ve rakamlar var. Yani nesnel olandan yola çıkarak “iyimser ya da karamsar” tablolar oluşturabiliriz.Yazının başlığı doğal olarak bu anlamda karamsar bir şeyleri paylaşmanın işaretini taşıyor. Kentsel değerleri, bu değerlerin süreklilik çizgisini oluşturan doğa-tarih ve kültür değerlerini yeni bir heyacanla yorumlayıp koruma politikaları geliştirenler açısından bu başlığın paylaşılması gerektiğine inanıyorum. Tartışmasına da..
Bu sorunun yanıtım artık yaygın olarak biliyoruz. Ancak bu paylaşmada oluşturduğumuz düşünce ve duygu ortamı (fikirlerimiz ve hissiyatımız) ağırlıklı olarak genel bir suçluluk sürecinin sonuçlarını taşıyor. Yani ülkemizin doğa-tarih ve kültür değerlerini çok ihmal etlik, tahrip ettik, önemini bilemedik; bundan sonra bu değerlerimizle ortak yeni bir toplumsal yaşam kuralım gibi..
Bu doğru bir değerlendirme kuşkusuz. İçinde özeleştirimizi de taşıyan, yeni birgelecek kurma isteğimizin ve inadımızın ifadesi. Ancak geleceğe yönelik bir çaba olmakla birlikte, “gelecek” adı altında kurulan yeni dünyanın verilerini ve girdilerini içinde taşımıyor. Niyet olarak taşıyor belki, ancak bilinç olarak henüz paylaşamadık.
Aslında İnsanı Koruyoruz!
“Hoppala” demezseniz bir kaç kavramı hızla paylaşıp asıl konuyu tarıtışmayı deneyeceğim. Bildiğiniz gibi günümüz dünyası çok fazla sayıda ve çok hızlı yeni kavramlar üretiyor. Onları izlemek, anlamak neredeyse olanaksız gibi. Üstelik aynı şeyi, farklı kavramlarla açıklamak da çok yaygın.Örneğin ; “Küresel dünya”, “modern dünya”, “tüketim toplumları”, “küresel emperyalizm”, “küresel ekonomi”, “uluslariistü pazar” gibi kavramlar bir kaç küçük fark dışında aynı kapıya, içinde yaşadığımız dünyanın pazar ilişkilerine açılıyor...
Ekonomik yaşamın, pazarın niteliklerini belirliyor.
Bu, bizi neden ilgilendiriyor? Çünkü bu ekonomi ve pazar dünyasının temel aktörleri kentlerimizdir. Yani pazar adına olup bilenlerin büyük yüzdesi kentlerimizde olup bitiyor. Kent yöneticileri, kenttaşlar ve yurtseverler olarak en çokbizlcri ilgilendiriyor.
Modern Dünya, herkesin bağlandığı birtüketinı zinciri midir?
Yukarıdaki kavramların bizi ulaştırdığı ilk sonuç şudur. Adı ne olursa olsun kurulmakta olan dünya, sınır tanımayan uluslariistü. hatla ulussuz, yani milli olmayan küresel egemenliği ifade eden bir ekonomik dünyadır.Yapılan bir araştırma bu dünyanın yaklaşık 700-800 çok büyük şirket tarafından emildiğini gösteriyor. Bu 800 şirketin toplam cirosu, 115 ülkenin yıllık GSMH (Gayri safi milli hasılasından daha büyük. Bu anlamda bu şirketlerin pek çoğunun cirosu Türkiye bütçesinden çok büyük rakamlara ulaşıyor. Yani devletler-üstü şirketler varlığı ile karşı karşıyayız.
Kuşkusuz henüz ulusal ekonomiden söz edebiliriz. Bizim şirketlerimizden, bizim üretimimizden ve ülkemizin toplumsal üretim yeteneğinden... Ancak bu yetenek ve birikimlerin nerelere kaydığını ve bunların kent pazarlarındaki yerlerini de görmek koşuluyla..
Öyleyse yeni dünya düzeninin özellikle ekonomik faaliyetler açısından geliştirdiği ve bizi alıştırdığı yeni oluşumlara kabaea bir göz atalım:
1. Küresel emperyalizm, gündelik ihtiyaçlarımızın sıralamasını değiştiriyor. İhtiyaçları artık zorunluluklarına göre değil, güdülenmemize/ inandırıldığımız yeni yaşama modeline göre sıralıyoruz.
(Örneğin telefon bir haberleşme aracıdır. Günümüzde telefon, özellikle cep telefonu konuşma, yarışma ve sosyal statü belirleme aracı yapılmıştır. Patates ile, paketlenmiş patates jipsini anımsayın.)
2. Küresel emperyalizm, reel bir ekonomik sistemden harami ekonomik sisteme (göstcriınci, statü belirleyen, kişilik vaad edici, baskıcı sisteme) geçmektedir. Ekonomi öğretilerinin belirttiği “ürünün fiziki faydası” neredeyse sorgulanmadan “ürünün statü değeri” satın alınmaktadır ve bu statü değeri reklamlar ve kitle iletişim araçları aracılığı ile iradi olarak ısrarla oluşturulmaktadır.
3. Kitle iletişim araçları bu sistemin işbirlikçileri ve hizmetlileri haline getirilmiştir. Bir yandan iletişim araçları mülkiyeti tekelleşmekte; öte yandan bu tekellerin dev şirketlerle gizi i-açık bütünleşmesi sürmektedir. Bu süreç, imaj bombardımanı altındaki geniş yığınların “doğrıf’yu öğrenebilecekleri açık ve yaygın bilgi iletişimini engellenmektedir.
4. Gelişmişlik ve çağdaşlık verileri, ulusal toplumlar tarafından sindirilmeden, kendi yapısına uygun değişimlere uğramadan birebir kopya edilen kurumlar, biçimler ve giderek kentler ve toplumlar haline getirilmektedir. Örneğin PTT, banka, mağaza gibi kurumlar yakın bir geçmişe kadar Türkiye toplumu için hal-hatır sorulan, iletişim kurulabilen sosyal kuramlardı. Yarattığı geniş işsizlik bir yana, şimdi bunların yerini alan modern (!) kuramlarda kişinin varlığı, sıraya girmek için aldığı “licket/fiş”tcn öte bir anlam taşımıyor. İşyerleri, evler ve kentler insanı dışlayan, sıradanlaştıran ve araçları öne çıkartan bir aynıleşme yaşıyor...
5. Ücretli ve dar gelirli geniş kesimlerden oluşan Türkiye gibi loplumlarda maaş değerlendirilmesi yapılan “ayın ilk günleri” önemli bir toplumsal dinamikti. Ailenin harcama listesini yaptığı, gelir-gider dengesini gözettiği ve gelecek için “tasarruf kalemi” oluşturduğu bu sosyal biitçeleme yönetimi,, yerini “otomatik ödemeli, taksitli” ve “kişisel” banka hesaplarına terk ediyor. Türkiye, tasarruf bir yana, yaratmadığı geleceği, var etmediği ekonomik değerleri harcıyor.
6. Geleneksel ekonomik hayatın değişim aracı olan para yok oluyor. Para yerine kredi kartları/ zincir mağaza ortalığı sarıyor. Bireylerin pazarlık gücü, hesabını denetleme yetisi sıfırlanıyor. Taksit adı altında faizler oluşturuluyor. Arlık özellikle zincir mağazalarda peşin ödeme istenmiyor. Kredi kartları, Türk parasından daha değerli hale getiriliyor. Bütün bunlar, hukuku ve yasası olmayan ilişkiler olarak da başıboş ve egemenlerin belirlediği koşullarla sürüyor. Bu nedenle Türkiye’de kredi karlı faizleri % 120'lere ulaşıyor...
7. Bu düzen sosyal olarak üretici olmayan yeni bir tüketici kitlesi geliştiriyor. 6-14 yaş grubu, çeşitli yöntemlerle doğrudan tüketici haline getiriliyor. Genç kuşakların “ cep harçlığı” kültürü dinamitleniyor, gelirleri ile orantılı olamayan bir harcama dünyası içine itiliyorlar. Eğitimin bir sektör haline getirilmesi ayrıca tartışılabilir ama, cep telefonundan janjanlı, cicili- bicili paketli, kutulu ürünlere,: fast food denilen zincirlerden müzik ürünlerine kadar kadar pek çok alanda bu yaş kümesi doğrudan tüketici. Asıl önemlisi, bu kuşak- “tiretmek değil, tüketmek kutsaldır" nihilizmi içinde büyüyor ve sahipleri de yok!
8. Bu tür küresel emperyalizmin her toplumdaki sosyal verileri ülkemizde de yükseliyor. Eğitim yılı değil belki ama, düzeyi' geriliyor. İşsizlik artıyor, klasik ekonomik ilişkileri temsil eden işyerleri kapanıyor. Uyuşturucu kullanımı, suç oranı artıyor, suç işleme yaşı küçülüyor. Türkiye'de artık iş aramaktan umudunu kesmiş, çalışma yeteneği | olan 14 milyon iradi işsizden söz ediliyor. ı
Ekonomik ilişkilerde artık belirleyici yön, yiizyüze ilişkileri daraltmak pazarlama ve satış faaliyetlerini sanal ortama taşımaktır. Bilgisayar, internet, telefon ve faks gib aygıtların ve sistemlerin görevi de budur. Günümüzde para hem elektronik bir hıza ulaşmıştır, hem de sanallaştırılmıştır. Kredi kartları bir yandan sınıflar arasındaki tüketim hiyerarşisini kaldırıp “tüketimde özgürlük ve eşitlik” sağlarken, diğer yandan kredili-vadeli alışveriş adı altında, yurttaşların henüz üretmedikleri ekonomik değerlerini, kazanmadıkları gelirlerini bir tiir rehin almaktadır. Bireysel anlamda özgürleşen, tüketimde eşitliği yakalayan yurttaşlar, toplumsal anlamda bilinmeyen bir kaosa koşturmaktadırlar.
Nitekim, Türkiye 2004 yılında sadece büyük market, benzin istasyonu ve giyiın- kuşam mağaza zincirlerine, aldıkları ürünlerin ana paraları dışında 10 katrilyon TL faiz ödemiştir. Bu tutar, IMF'den talep edilen borca eşit düzeydedir.
Bu dünyanın ürünü iki plastik kartı iyi tanımamız gerekiyor. Birincisi “kredi kartı”, İkincisi cep telefonlarının “sim kartı”... Her ikisi de “çağdaş gelişmişliğin göstergeleri” ve karşı çıkılması zor üstün teknolojileri nedeniyle kolaylıkları ifade ediyor. Ancak bu kartlar bir kaç olumsuz şeyin de kaynağı ve nedeni. Şimdi rakamların şaşırtıcı diline başvuralım. Böylece gözümüzden ve aklımızdan saklanan “küresel gerçek”in ülkemizdeki gölgelerini görelim. Türkiye'de 2005 yılının Ocak-Şubat ve Mart aylarında kredi kartı kullanımı tablosu:
Kredi kartları ile satın alınan mal ve hizmet toplamı 16.7 katrilyon TL
Bu alışveriş nedeniyle oluşan faiz geliri 6.6 katrilyon TL
Kredi kartı ile yapılan harcamaların sektörlere göre dağılımı ise; Market 3.1 katrilyon
Giyim 1.7 katrilyon
Gıda 0.6 katrilyon
Bilgisayar 1.0 katrilyon
Sağlık 0.6 katrilyon
Hazırkart 1.0 katrilyon (sadece faturasızcep telefon hatları harcaması)
Doğrudan pazarlama 0.7 katrilyon
Araç kira 0.5 katrilyon
Restorant 0.5 katrilyon
Mobilya 0.5 katrilyon
Sigorta 0.5 katrilyon
Görüldüğü gibi, market, giyim, hazırkart ve bilgisayar gibi sektörlere ait “kredi kartı harcamaları” önde koşuyor. Bir yandan bu sektörlerin ne kadar üretici olduklarını ve gelirlerini re el ekonomiye ne kadar döndürdüklerini düşünelim, öte yandan bunların ağırlıklı olarak “zincir mağazalar” halinde örgütlendiklerini de anımsayalım. Yani bu veriler, ülke geneline dağılmış yaygın parckcndccilik sektörünün verileri değil. Dükkan, esnaf, işyeri vb verileri değil. Kentleri var eden çaışı-pazar verileri değil.
Kavga var, hem de ölümüne!
Aslında fark etmesek de ciddi bir kavga var. Her alanda var. Uluslar-iislü lobiler durmuyor, siyaseti ve meclisi etkiliyor, yasalar oluşmuyor. Kavganın özü de şu:Kentlerimizin d i r 1 i k - d ii z e n 1 i k noktalarından biri olan yaygın perakendeci pazar ilişkileri... Ürctici-kııçük loptancı-esnaf zinciri tehlikede... Modernlik adı altında, yerel yöneticiler bu kavganın özünü anlamadan, kentlerinde büyük törenlerle zincir mağazalar, iş merkezleri açıyor...Bu oluşumlara “kente yatırım” adı altında kolaylıklar sağlıyorlar.
Oysa geleneksel olarak Anadolu kentlerinin sosyal omurgasını, “çarşılar ve arastalar” oluşturur. Küresel emperyalizmin, “modemite" adı altında sunduğu ve halkımızı gerçekten soyduğu ekonomik dinamikleri doğru algılamadan bu kentsel mekanları ve kenltaşları koruyabilir miyiz?
(Önümüzdeki sayıda bu ölümüne kavganın rakamsal vahşetini paylaşmaya, bir anlamda kentlerimizin nasıl çökertilmek islendiğini tartışmaya devam edeceğiz.)
Haşan ÖZGEN Yönetnıen-Yazar
ÇEKÜL Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder