Eski Muğla halkının bir kısmı zanaatkarlığa ve tüccarlığa da girişerek kısmen de olsa tarımdan uzaklaşmış ve yeni yaşamın gereği olarak kiremit damlı gösterişli Muğla evlerinden yaptırmaya başlamıştı.
Ancak, yeni yaşam biçiminde ekonomik başarı sağlayamayanlar, eski yaşam biçimlerinin vazgeçilmezi olan toprak damlı yaşam biçimini de yitirmiş oldukları için, üst katları hiç kullanılmayan, gene sadece alt kattaki tek odada yaşanan ve sığırları gene bitişiğinde olan. eski yaşam biçimine benzer bir şekilde yaşamaya devam etmişlerdi.
Bu nedenle, bir çok eski Muğlalı, yeni yaşam biçimine özenerek yaptırdığı ve bugün bizlerin “Muğla evi" olarak bildiğimiz bu evleri, aslında hiç bir zaman tam olarak alışamadan ve hatta çok da sevmeden, kullanmaya çalışmıştı, Ekonomik başarıyı devam ettirebilen aileler bile, bu evleri iyi kullanamamışlardı; çünkü, ağa soyundan gelenler ve varlıklı Rum aileler gibi, tarım toplumundan olmayan, elitler içindi bu evler. Ancak mal varlıklarım tüketen bazı ağa kuşaklan da varlıklı döncmlcnndcki gibi bu evleri kullanamamalardı.
Çünkü beslemelere zorlukla yaptırılan neredeyse sınırsız hizmetler sayesinde, bu evlerde rahatlıkla yaşayabiliyorlardı.
Eski Muğlaltlann, yaşamları boyunca unutamadıklar amianndan biri de işte bu sosyal ve ekonomik yükselme ve sonrasında da alçalmanın neden olduğu acı duygudur. Bazı yaşlıların kendi veya kendi büyüklerinin anılarımı göre, nuıhalicdcki ilk kiremit damlı koca ev ve o alttan kı/.dirmalı hamamı kendilerine aitmiş... Diğerlen hep toprak dammış... Belki de. bu nedenle, ilk kiremit daınlı evi tespit etmekte zorlanıyoruz..
Bugün ayakta kalabilmiş, sayılan hır ikiden fazla olmayan, toprak damlı evden ve bu evlerin karşımıza çıkan yan yıkık kalıntılunndan ve daha çok da anılardan yola çıkarak, rahatlıkla "toprak damlar tamamıyla birbirinin aynısıydı" diyebiliriz. Bu barınak eşitliği bilinçlinıiydi. yoksa, başka bir seçenekleri mi yoklu, bilemiyoruz. İler evin alt katımla mutlaka, çili sürmek için, bir çift öküz ve birkaç inek vardı. Eski Muğlalı, çiftini süren öküzünün ve sütünü sağdığı ineğinin elini kesinlikle yemezdi. Stğıriannın her birinin ayn ismi olur ve değer verilirdi: eceliyle ölene kadar evde bakılırlar, ölünce de tarlanın bir köşesine hüzünle gömerlerdi. Her evin içt ortalama 5ınx5m gibi kare biçiminde olurdu. Bu tek odalı ev lerde, dede nene ve oğullan ve eşlen, oğullan yoksa, kızlan ve eşleri, çocukları; yanı, hep birlikle yaşanırdı. Ilnva karardıktan sonra yatılır ve gece yarısı kalkılırdı. Komşular ve sülaleler arası, ellerdeki çıra alevinin ışığıyla ev gezmelerine gidilir gelinirdi. Kahveler de gece yansı açılır ve yaşlıların, öküzleriyle ilgili bitmeyen sohbetleri başlardı. Bugün çok yaşlı olmayanlann bile hah anılannda olan bu yaşam biçimi ve evlerin aynılığı, yakın köyler için de söz konusuydu.
Muğla'daki ve yakın köylerdeki yaşlılardan aldığım bilgiler hep aynıydı: "Biz. o evlerde çok mutluyduk. Aynı odada neşe İçinde yaşardık. Gece yansı ve sabaha karşı gidilen ev gezmeleri en güzel anlardı. Eskiden çok güçlü ve istekliydik. Tarlalarımız aşağıda ovuda. evlerimiz yukarılardaki yamaçlarda olduğu halde, aynı gün içinde bir çok kez gider gelirdik. Herkesin evi aynıydı. Hiç kimse birbirini kıskannıa/dı. Düşmanlık yoktu. Birinin evi yıkıldıysa. beraberce tekrar yapardık. I'afcir yoktu. Zengin de yoktu. Ağa dışardan gelir giderdi. Ağanın, köyde bizim evlerden çok farklı olan saray gibi kiremit damlı evi de vardnama.
hiç kimse ağayı kıskanmazdı; çünkü, bizler eşittik...”
Bu tarım dönemi yaşam kalıntıları I950'li yıllara kadar iyi kötü devam etmişti. Hatta, Muğla'daki evlerden sabahları, çobanların, sığırları otlatmak için götürdüğünü ve akşam geri getirdiğini, orta yaşta olmasına rağmen, hatırlayanlar vardır. Aynı şekilde ben de anneannemlerin kesinlikle sığır eti yemediğini hatırlıyorum. Aneak. anık bugün eski yaşam anlayışından herhangi bir iz bulmak bile zordur. Çünkü, o eski tanm devri Muğla'sının kendi içindeki cşitlikçiliğinc. yeni yaşamda yer yok. Herkes birbirini geride bırakmak zorunda; ama parayla, ama sınavla... Eski Muğlalı içinde yaşadığı aileden, mahalleliden ilerde de geride de olmak istemezken ve de böyle bir şeyi düşünmek bile ayıpken; bugünün Muğla'sında da tam tersi geçerli olmuştur. Eski günleri ve bu günleri, aynı ömürde görebilen yaşlılar, bu değişimin sonucunu,
"mutsuzluğun salgın bir hastalık gibi yayılması" olarak görmekteler.
Eskiden, yani tarım devri Muğtalısının.diğerindcn daha gösterişli ev yaptırmaktan çekinmesine karşılık, bugünün Muğlalısında da tam tersine, diğerinden daha büyük, daha gösterişli vs. bir ev yaptırmak hırsı ortaya çıkmıştır. Elbette, bu önüne geçilmez yükselme hırsına uygun mesleklerde hazır beklemektedir. Örneğin, mimarlık mesleği bu
hıralara hizmet eder duruma gelmiştir. Mimar, eğitiminden itibaren, diğer meslektaşlarından çok daha farklı ve ben/cri olmayan vs. mimarlık yapınası için zorlanmakladır. Çünkü, yaşadığını/ toplumda diğerlerinden farklı ve üstün görünmeniz için, sahibi olacağım/ yapının şekli, malzemesi, tarzı ve hatta mimarının ünü vs. çok önemlidir. Eski insanların şimdileri anlaması elbette beklenemez Ancak, o eski günleri yaşayanların uyanlarına aldırmazlıkla karşılık vermekte düşündürücüdür. Yaşadığımız endüstri devri ve yaşamakta olduğumu/ bilgi ve iletişim devri, bi/lcri nereye kadar yarıştırarak, birbirimizi yok ettirecek? Beyinlerimizin seviyesini nereye ve ne /amana kadar ölçeceği?? Çoğunluğumu/ için saf dostluk ve saf arkadaşlık dîye bir kavram kalmadı. Çıkarlar nedeniyle, dostluk adı altındaki çeşitli ilişkilere ginşiliyor ve çıkar bilince de. lammuma/lıkhr da doğal bir sonuçmuş gibi ortaya çıkıyor. Üstelik, bu yaşam anlayışı aile içine de girmiş durumdadır. Böyte bir yanş: yani, geride bırakma, yok etme hırsı ve zor durumdakinc karşı aldırmazlık, kimi mutlu edebilir ki? Çünkü, her an yenik duruma düşme ve yok olma endişesi yaşanıyor.
Tarım devri Muğla’sına geri dönmek söz konusu olmadığına göre, günümü/ insanı gerçek mutluluğu nerede bulmayı düşünüyor? Daha çok kazanmak ve daha fazla mülk edinmek, bir çoğumuz için kutu bir hayalden başka bir şey olamaz. Çünkü, anık gerçek bir eşitlik olanağının olmadığım fark ettik... Yitirdiğimiz sadece mutluluğumu/, değil; artık, doğayla birlikte yaşamayı da unuttuk. Eski insan, toprak damlı bannağını inşa ederken, doğaya ve çevreye zarar vermiyordu; Kireç, kiremit gibi, imalatında ateş fırını gerektiren malzemeler kullanmadığı için, ormanları yakarak tüketmiyordu.
Bilinmeyen tarım devri Muğla’sından, neden hiçbir yapı veya iz korunmaya değer görülmedi? Bu tarım devrinin basil ve doğal hannaklan ve yaşam biçimi genellikle öyle sıradan görülmüştü ki. bırakın koruma endişesini, o devri yok saymak ve hatla, tembellik ve beceriksizlikle suçlayarak tarihimizden silmek istenilmişti. Eski Muğlalının, doğaya /arar vermese başlayan endüstri devri çalışmalarını ve ürünlerini "haram" olarak kabul etmesinin altında, belki de, eski Anadolu uygarlıklarına özgü inanç ı/leri vardı; boğa(ökûz). doğurgan kadın ve “doğa”, yaşamın bereketine kaynak oldukları için, tanrısal bir saygı görüyorlardı. Bir dönem, eski Muğla’nın mahalle aralarında kafan türbeler ve mezarlar da. Müslüman halkın dünyaya bağlanmasına engelleyerek, tembelliğe neden oldukları öne sürülmüş ve apar topar yıktırılmıştı. Belki de. eşitliğin ve de beraberinde getirdiği mutluluğun alt yapışımla bu tasavvuf filozofları vardı. Ancak, ölenin, yaşanılan yerin yakınma gömmek ve ona her gün mum yakarak dua etmek istenmesinin altında da, gene eski Anadolu uygarlıklarında ölenlerin ev içme gömülmesi ve ölen için: "...tanrı oldu...” denilmesinin i/leri de yatabilir... Bu eski kültürleri sadece İslam’a bağlamak da doğru değildir; çünkü, eski Muğlalı 1950’lcre kadar doğru düzgün camiye bile gitmemiş ve dinle de içli dışlı olmamıştı; ancak, tasavvuf yakınlığı olanlar vardı.
Bu açıklamalardan sonra, asıl tartışılması gereken konumuza artık ha/ır sayılın?.
Kiremit damlı Muğla evlerinde kullanılmış olan bazı mimarı tarzların, dünyanın başka yerlerinde de kullanılmış olduğunu biliyoruz. Ancak, Muğla'daki toprak damlı evlerin mimari tarzının aynılığında veya benzerliğindeki evlerden, dünyanın başka bir yerinde de olduğunu gösteren bir bilgiye henüz rastlamadık; Ama. tüm Anadolu'da tam olmasa da. bu toprak damlı evlerin benzerlerinin var olduğu, zaten ortadadır.
I970'li yıllardan beri Muğla evleri, “kültür varlıkları''olarak korunmaya çalışılmıştı, özgün sivil mimarlık kültürümüzün kaybolmadan gelecek nesillere iletilmesi sorumluluğu, bu evlen korunu nedenlerinin başında geliyordu. 1980‘li yıllarda, mimarlık mesleğine yeni adım atmış biri olarak, ben de bu sorumluluğu hissetmiş ve koruma çabalarına destek olmak istemiştim. Ancak, yıllar ilerledikçe, “...hangi gelecek nesil için, bu evleri koruma çabası göstermiştik..?'* sorusu, ortaya çıkmıştı: Çünkü, bu es leri korumak için araştırmalanmı sürdürürken, bu evleri Kunt ustaların yaptığını ve de dahası. Muğla'daki bu güzel evlerde önemli bir nüfusla Rum halkının yaşamış ve sonrada sürülmüş oldukları gerçeğiyle karşılaşmıştım. Elbette, binlen hayal kırıklığına uğrayarak çöküntü yaşamıştım. Başlangıçta, atalarımızdan kalan evlere sahip çıkma gururunun ayrıcalığı duygularıyla ve de inancıyla yola çıkmıştım. Ancak, yolun ortasına vardığımda da. bambaşka bir gerçekle yüz yüze kalmıştım. Ateşli bir vatan sever olarak çıktığım yolda, kötü bir vatan hainine dönüşmüştüm. Çünkü, bilim adamlığı sorumluluğum ve empati kurma gibi duygularım ve de tüm bunları sanatla eleştirmeye kalkan sanatçı yönümün de etkisiyle, başlangıçtaki duygularla çelişmekten kendimi alamamış ve kitap üstüne kitap yazmıştım. .. İşle, bu nedenle, bu kentle, çoğu zaman bir yabancı gibi görülme paranoyasıyla yaşama rahatsızlığından da kendimi alamamıştım. Bir de üstüne üstlük, tarihin küllerini eşeleyerek ortaya çıkardığım bu yeni bilgilerden rahatsız olduğunu sandığım bilim adamlarının sayısı, bu yaşadığım kentte çoğalmaya da başlamıştı: gerçi bu bilim insanlarıyla zamanla kaynaşmamız da zor olmamıştı, ayrıca bazı akrabalarım da. "soyumuzu lekeliyorsun" diyerek, tepkilerini göstermişlerdi... Bir zamanlar, kentimin ve halkınım geçmiş mirasını geleceğe aktarmak gibi önemli bir misyonu yüklenmiş olmanın gururunu ve mutluluğunu yaşayabilmek için başlamış olduğum araştırmalarım, bambaşka ve de huzursuzluk verici bir sonla tamamlanmıştı...
Benim baştına gelenlerin sorumluları.
tarihin kendi gerçeğini hiçe sayarak, yeni bir tarih yazmaya kalkanlardır. Başlangıçta, gerçek tarihi bilseydim, sınırımı bilir ve içinden çıkmayı başaramayacağım bir kuyuya inmezdim... İşte, bu nedenle, hu karabasandan kurtulabilmek için tekrar araştırmalara başlamıştım: ancak, bu sefer, çocukluğumda yaşadığım kültürün izlerini sürmem gerektiğinin bilincindcydim anık... 2000'li yılların başından beri sürdürmekte olduğum araştırmalanmın. asıl geçmiş olarak karşıma çıkmasına rağmen, ne yazık ki. "alternatif bir ütopya geçmiş" gibi sadece yazılarla izlerini var edebilecektir. Çünkü, Tanın devri Muğla'sından» geriye hiçbir iz bırakılmamıştı, liski Muğlat halkı bir lanm topiumuydu. Tarımla hayatım sürdürebilen bir toplum için kiremit damlı Muğla evleri, sadece, bir dönemin hatırasından başka bir şey değildi: Çünkü, bilinen Muğla evleriyle, toprak damlarını karşılaştırmaya kalktığımızda, çok Önemli farklar onaya çıkıyordu. İşte, belki de. bu önemli farklar nedeniyle bu evlerin, sahipleri tarafından korunmasını sağlayamadık.
Muğla evlerini bu çıkmazlardan kurtarma /amam gelmiştir ancak, öncelikle bu evleri sadece kültür varlığı ve Sit gibi halkın gözünde karamsar bir ön yargıyla kavramlaşmış» olarak değil de "organik yapılar" gibi mutlu ve! sağlıklı bir yaşam verici hunnaklar olarak da öne çıkarmak gerekmektedir. Teknoloji ve modernlik kavramlannın altının boş olduğunu düşünmeye başlayan bir takım insanlar bu deneyimli evleri tercih eder olmuştur. Çünkü bu evler çevresel kirliliğin olmadığı dönemlerde yetişmiş ağaçlarla ve doğal malzemelerle ve! gene doğal deneyimli el işi ürünleri olarakl onaya çıkmıştı. Aynca. insanları milletlerinin ve dinlerinin isimleriyle tanımak yerine, yalnızca "insan" olarak görmeyi bana Öğreten Muğla evlen, başka insanlar üzerinde de bu barışçıl etkisini devanı ettirebilecek bir geçmişe sahiptir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder